Gazetemiz yazarı Ali Bozkuş'un toplumsal yaşamın yozlaşması üzerine yayınladığı makale
Ülkemiz; Her ile açılan Üniversiteleri, okuma yazma oranlarındaki artışı, lisans, lisansüstü eğitimi, doktora ve akademik konularda ki gelişimi ile dünyaya entegre olmaya çalışıyor. Hatta gençlerimiz artık birkaç dil konuşup kendilerini dijital dünyaya adapte edebiliyor. Ancak kim olduğumuzu, kökenimizi, babamızın, atamızın neler yaptığını, nereden geldiğini o günkü koşullarda hangi zorluklarla mücadele ettiklerini, ne yazık ki artık unutuyoruz..
Küresel zenginleşme ve gelişmeler parelelinde, bizde Türkiye olarak yeterli olup olmadığı tartışılabilir ekonomik gelişme ve zenginlikten pay sahibi olabiliyoruz. Genç kuşaklar lüks araçlar, son teknoloji ile donatılmış iş ortamlarında çalışıyor, yurt içi ve yurt dışında gururumuz olarak çalışıyor, tatillere gidebiliyor. Teknoloji dünyasının modern yaşam alanında kullandığı ne varsa, bizlerde sahip olduğumuz olanaklar içerisinde bu imkanları kullanabiliyoruz.Bu yeniliğe açık ve hayatımızı kolaylaştıracak imkanlarla ilgili sayısız örnekler verilebilir. Ama size arz edeceğim konu bu değil, Sosyal ve toplumsal yaşantımızdaki aksi gelişmeler...
Ülke olarak sahip olduğumuz yerel ve genel imkanlar üzerinden yola çıkarsak; Yaşam kalitemiz artmasına rağmen, saygı, nezaket, hoşgörü, karşılıklı anlayış, zerafet ve incelik kısacası birbirimize olan tahammülün azalmasını nasıl açıklayabiliriz? Hele hele bireysel ve toplumsal bozulmanın sebeplerini, kent yaşamının yerlerde sürünmesini neyle açıklayabiliriz diye düşünüyorum....
Çevrenize şöyle bir bakın isterseniz, benim sayacağım örneklerin birkaçı ile hemen karşılaşmanız ne yazık ki olası....Büyük şehirlerde insanlarımız Otobüs, metrobüs kuyruklarında birbirini ezerken, küçük şehirlerde Sosyal Yardım dağıtılırken veya toplu bir ortamda yine birbirlerini ezerek öne geçmeye çalışıyor..Trafikte ise herkes birbirine ya parmak sallıyor, hakaret ediyor veya inip kavga ediyor. Büyük iş merkezi veya yaşam sitelerinde artık ne yazıkki insanlar birbirleri ile göz ucu ilede olsa selamlaşmıyor. Yaşlı, genç, kadın, erkek hatta çocuk; Elimizde telefonla yolda yürürken, araç kullanırken, arkadaş ortamlarında, aile ve iş toplantılarda hatta öğrenciler derste bu teknolojik oyuncağı elimizden bırakamıyoruz.
Eski imkansızlıklar içindeki yaşamı değil ama eski insani ilişkileri arar hale geldik.
Hepimizin daha önceleri övündüğü Türk toplumunun sevgi ve saygı kültürünü artık Yeşilçam filmlerinin karelerinde görür olduk. Amca, dayı, abla, abi kavramları artık birşey ifade etmiyor, çünkü içi boşaltıldı, mahalle kültürü, yerini site ve kent yaşamına bıraktı. Son model araçlar ve hele hele jiplere binip trafiği alt üst edenler, araçların penceresinden cadde ve sokaklara çöp atanlar, hafta sonları pikniğe gidip çöp ve mangalını olduğu yere boca edenler, plastik şişelere çiş yapıp dışarıya atanlar, evcil hayvan beslemeyi bir hayvan sevgisi için değil, sağa sola hava için yapanlar..... Daha bu örnekleri maalesef çoğaltmak mümkün..
Oysa toplumsal zenginliğimizin artışı ile birlikte, yaşam kalitemiz ve uygar toplum
olma yolunda da ilerlemiş olmamız gerekmezmi?...Bu şekilde bir yaşam yerine medeni bir sosyal yaşam ve toplum görüntüsü, birbirimize olan saygımızı artırır.Bizler geçmiş medeniyetlerimizle övünürken, genç kuşaklara daha iyi ve yaşanılacak bir gelecek ortam bırakma sorumluluğunun her daim bilincinde olmalıyız .
Medeni ve uygar bir ülke olabilmenin şartlarının birinci koşulu kişisel gelişim ve eğitimimizdir. Aileler ile birlikte okullarımızda bu konuları öncelikli olarak ele alıp eğitim ve seminerlerle gelecek kuşaklara benimsetmek zorundadır.
Ülkemize seçimlerle birlikte; Uygar, huzurlu, adalet ve liyakatin öncelikli olduğu, birlik ve beraberlik içerisinde toplumsal yaşam sağlığının da uygar olacağı günler temennisi ile saygılar sunuyorum.