Gazetemizin köşe yazarlarından Sayın Kenan Göksu’nun, her zaman yararlandığım ve bilgi dağarcığıma eklemelerde bulunan yazılarının 6 Kasım 2014 tarihlisi , “1925’de Adana Valisi Olan Hilmi Uran’ın Tutuklanması” başlığını taşıyor idi. Sayın Göksu, öncelikle Bodrumlular’a, meydanlarına adını verdikleri Hilmi Uran’dan bilgi sahibi olmadıkları sitemini gönderiyordu. Yine Sayın Göksu, adını belirtmediği, ancak İş Bankası Kültür Yayınları’nca bize ulaştırılmış bulunan “Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım(1908-1950” adlı yapıtından olduğunu sandığım bir olayı aktarmaktadır. Sayın Göksu’nun aktardığı olay, İstiklal Mahkemesi’nde görülmekte olan bir davanın tanıklarının yol giderlerinin karşılanamamasından ötürü, gönderilememesi nedeni ile İstiklal Mahkemesi ile Adana Valisi Hilmi Uran arasında yazılan bir yazıdır. Başkanlığını “Kel Ali” diye ünlenen Ali Çetinkaya’nın yaptığı Ankara İstiklal Mahkemesi, Vali Uran’ın meydan okuyucu yanıtı üzerine, Vali Uran’ın tutuklanarak Ankara’ya getirilmesini ister. Zamanın İçişleri Bakanı(Dahiliye Vekili), “çok değerli bir valinin tutuklu olarak Ankara’ya getirilmesinin prestiji açısından doğuracağı sakıncaları sıralayıp, Ankara’ya geleceği konusunda güvence vermesi” sonrasında, tutukluluk kararı kaldırılan Vali Uran, İstiklal Mahkemesi tarafından 250.- TLsına mahkum edilir. Bir vali için, o zamanlar ödenmesi çok zor olan cezayı da, İçişleri Bakanı örtülü ödenekten öder. Sayın Göksu, Hilmi Uran’a hükmedilen 250.- TLlık cezanın ağırlığını, babalarının alıcısı olduğu Pazarcık’ın Göynük Ovası’ndaki 6149 dönümlük arazinin, 1925’deki bedeli ile karşılaştırarak, bize algılatmak ister.
Benim bu yazıdan çıkarttığım ve günümüzde de ders ve örnek alınmasını gerektiren birkaç sonuç var. Bu sonuçları yazımın sonunda belirteceğim. Sayın Göksu’nun izni ile Hilmi Uran’ı tanıtan satırlarına birkaç eklemede bulunacağım.
Hilmi Uran, soyu tükenen Kelaynak kuşları benzeri, Cumhuriyet döneminin, gerçek anlamda siyaset ve devlet adamlarındandır. 1980’de Mülkiye Mektebi’ni bitirdikten sonra, üç yıllık maiyet memurluğunda bulunmuş, 1911-1914 yıllarında Menemen’de, 1914-1918 yıllarında Çeşme Kaymakamlığı yapmış, mülkiye müfettişi olmuştur.”93 Savaşı” olarak anılan 1877 Osmanlı-Rus Savaşıı sonrasında elden çıkan Kars ve Ardahan’ın, 1917 Ekim Devrimi sonrasında imzalanan Brest-Litovsk Anlaşması uyarınca yeniden Osmanlı’ya verilen Kars’ın yönetimi ile görevlendirilmiştir.
Uran, 1920’de son “Osmanlı Meclis-i Mebusan”ına seçilmiş, ancak, “Misak-ı Milli”yi kabul eden bu Meclis, önce işgal edilmiş, sonrasında ise dağıtılınca, İzmir’e dönerek ticareti kendisine uğraş seçen Uran, Ankara’da toplanan BMM Hükümeti tarafından Antalya Sancağı’na Mutasarrıf olarak atanmıştır, 1921-1923 yıllarında arasındaki bu görevinden sonra, Adana Valiliği’ne atanmış ve 8.8.1923 ile 5.9.1925 yılları arasında bu görevde bulunmuştur. 1927 yılında Adana Milletvekilliği ile başlayan ve altı dönem, yirmi dört yıl süren parlamenterlik yaşamı, 1950 seçimleri ile sonlanmıştır.
Hilmi Uran; 5 inci İnönü Hükümeti’nde(27.09.1930-4.5.1931) Nafia(Bayındırlık); 6 ncı İnönü Hükümeti’nde(4.5.1931-1.2.1936) Nafia(Bayındırlık), 2 nci Bayar Hükümeti’nde(11.11.1938-25.1.1939) Adalet; 2 nci Saraçoğlu Hükümeti’nde(9.3.1943-7.8.1946) Dahiliye (İçişleri) Bakanlığı görevlerinde bulunmuştur. Parti müfettişliği, il başkanlığı, TBMM Grup Başkan Vekilliği, CHP Genel Sekreterliği, Parti Genel Başkan Vekilliği, TBMM Başkan Vekilliği yaptı.
Uran Genel Başkan Vekili olarak katıldığı 1950 Milletvekili Seçiminin sonuçları üzerine( DP 408, CHP 69 Milletvekilliği kazanmıştı), 16 Mayıs 1950’de, CHP Örgütüne bir genelge göndererek; “CHP’nin 27 yıl süren iktidarı yitirdiğini, muhalefette kalarak bu yolla ülkeye onurlu bir hizmet örneği sergileyeceklerini” bildirdi. Ancak milletvekili seçilememesi üzerine, siyasetten çekilerek, bugün elimizdeki anılarını yazmaya başladı. 21 Ekim 1957’de İstanbul’da yaşama veda eden Hilmi Uran’ın Anıları, ölümünden iki yıl sonra, 1959’da yayımlandı.
Gelelim Sayın Göksu’nun aktardıklarından çıkartacağımız derslere. Birinci ders, zamanın ekonomik sıkıntılarının, üç tanığı Adana’dan Ankara’ya göndermeye olanak vermemesidir. Bu, Cumhuriyet Kuşağı dediğimiz kuşağın genlerine işlemiş olan tutumluluğun göstergesidir. Bunu, günümüzde yapılan savurganlık ve sergilenen görgüsüzlük ile karşılaştırdığımızda, nereden nereye geldiğimizi sormaktan kendimi alıkoyamıyorum. İkinci ders, o dönemde, çıkan iç isyanları bastırmak ve Cumhuriyete karşı başkaldırıları cezalandırmak amaçlı olarak kurulan ve astığı astık olan İstiklal Mahkemesi’nin zehir zemberek tehdidine, Cumhuriyetin Valisi olarak, aynı içerikte yanıt verici özgüvene sahipliktir. Yine bunu da, günümüzdeki mülki idari amirlerinin biatçı yaklaşımları ve el-etek öpüşleri ile karşılaştırdığımızda, Cumhuriyetin kurucularının insan kalitesi ortaya çıkmaktadır. Üçüncüsü ve belki de en önemli ders, günümüzde astığı - astık, kestiği-kestik olan İstiklal Mahkemesi’nin tanıkların tez elden Ankara’ya gönderilmesini istediği isteğin gerekçesidir. Ankara İstiklal Mahkemesi Savcısı İzmir Milletvekili Necati Bey, yürütülen kavuşturma nedeni ile tutuklanan sanıkların, tanıkların zamanında gönderilmemesi nedeni ile, tutukluların kişisel özgürlüklerinin zarar göreceği duyarlılığını sergilemesi ve bundan, tanıkları gönderme görevini zamanında yerine getiremeyen Adana Valisinin sorumlu olacağını belirtmesidir. Bu duyarlılığı da, günümüzde ister adi ve isterse siyasal suçlardan ötürü tutuklanan ve yıllarda “suçum nedir?” diyen zanlıların feryatlarına kulak tıkamalar ile karşılaştırarak, nereden nereye geldiğimizi değerlendirebilirsiniz. Son ders ise, kentlerimizin, ilçelerimizin, beldelerimizin, köylerimizin alanlarına, meydanlarına, cadde ve bulvarlarına, sokaklarına, park ve bahçelerine, okullarına, hastanelerine vb. kamusal alanlara verdiğimiz adlara ilişkin, kısa bir tanıtıcı plaketin konulması gerektiğidir. Sayın Göksu’nun bu yazısı, dilerim genel ve yerel yöneticilerimizi harekete geçirir ve toplumsal belleğin canlı tutulması için gereğinin yapılmasına kapı aralar.
Prof.Dr. Mustafa Altıntaş
Besni Eğitim Vakfı Kurucularından