Şimdiki Almanya’nın birleşmesinde en büyük katkısı olan Prens Bismark’ın şehri Hamburg’dayız. Burası Almanya da en köklü denizcilik geçmişine sahip olan yeşillikler içinde temiz, güzel ve düzenli bir şehir.

Demir ile betonun mühendislik tasarımı ve estetik güzelliği ile buluştuğu yollar, köprüler, tramvaylar, metro hatları, binalar ve fabrikalar…

2. Dünya savaşının tahribatından sonra yeniden aslına uygun olarak inşa edilen şehir. Tarihi eserlerinin ve tarihi miraslarının korunmasında son derece hassaslar…

Burada, Avrupa’yı övüp kendi memleketimizi yermek yanlışına asla düşmeyeceğiz. Artık o günler eskide kalıyor.

Baharın gelişini müjdeleyen tomurcuk ve çiçekler gibi Türkiye’nin gelişme süreci bizlere parlak bir istikbal vaat ediyor… Bunun emarelerini görüyor ve seslerini işitiyoruz.

Bu arada, Prens Bismark’ı yeniden anmadan geçemeyeceğim. 19.yüzyılın en büyük devlet adamlarından ve filozoflarından birisi olan bu şahsiyeti her siyaset bilimcinin, politikacının, mülkiyelinin ve yeni yetişen neslimizin bilmesi ve tanıması gerekir. Bu alanlarda çalışıp da bilmiyor ve tanımıyor ise gerçekten büyük bir eksiklik…

Memleketimizin/Besni’nin adını Almanya marketlerinde görmek çok ilginç oldu. İki marketten alışveriş ederken kuruyemiş bölümündeki üzüm poşetleri üzerinde “Besni Üzümü” yazıyordu. İlçemizin de artık bir marka değeri var. Bu değeri korumak ve yaymak için ilgililere büyük sorumluluk düşüyor. Benden haber vermesi…

Hamburg da bulunmamızın amacı dünyanın en büyük denizcilik fuarına üretici olarak iştirak etmek içindi. 2200 civarında üretici firma arasında Türkiye den gelen 50 firmanın içinde üretici bir firma olarak ülkemizi temsil ediyorduk.

Burada fikir ve endüstriyel üretimin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak isterim. Bir ülkenin güç ve kuvvetinin sanat,  fikir ve sanayideki üretim kapasitesi ile doğrudan ilişkili olduğunu yerinde bizzat görüyorsunuz. Örnekle açıklamak gerekirse üretim ve sanayi, insandaki güçlü kas, kuvvetli iskelet/kemik yapısı demektir. Bünye ne kadar sağlam olursa hastalıklara karşı vücud o kadar dirençli olur.

Ülkelerde aynen insan gibidir. Yukarıda belirttiğimiz potansiyel/endüstriyel güc, insandaki kas ve kemik sistemine benzer. Kendin üretip dışa bağımlılıktan kurtulduğun ölçüde küresel güçlerin baskıları, etkisi ve tesiri olmaz veya zayıf kalır. Yani sömürüye açık olmazsın…

Tabi ki körü körüne Avrupa düşmanlığı veya hayranlığı yapmanın da anlamı yok. Her türlü teknolojisini kullanıyorsun, otomobili, uçağı, telefonu vs. vs. Bilginin transferi için işbirliğini bir şekilde devam ettirmen gerekli.

Burada karşına iki ayrı Avrupa çıkıyor.

Birincisi : Uçağı, treni, bilişim sistemi, hayatı kolaylaştıran kuralları ve teknolojisi, çevre duyarlılığı ile insanın refahına hizmet eden insan odaklı bir Avrupa,

İkincisi : Kendi milletinden olmayanı dışlayan, sömüren, hayat hakkı tanımayan, küçümseyen, alkol, uyuşturucu ve şehvet bataklığında boğulan Avrupa,

Birinci Avrupa’nın temelinde güven, yardımlaşma ve planlı-programlı çalışma yatıyor. Biz de bu birinci Avrupa ile yola devam ederiz. Etmeliyiz de… Zaten o değerler biz kıymetini bilmediğimiz için darılmış gitmişler…Gelmesi için yolların hazırlanmasında herkese düşen bir sorumluluk var.

Aslında bu güzelliklere de yabancı değiliz. Merhum Mehmet Akif’in dediği gibi;

Biz de milletmişiz hem ne milletmişiz.

Medeniyet nedir dünyaya öğretmişiz.

Çok şükür, kadim medeniyetimizin ayak seslerini Avrupa’daki vatandaşlarımızın ve Avrupalıların, hatta dünyanın öbür ucundan fuara gelenlerin ağzından duyuyoruz artık.

Kısır çekişmeler suya yazılan yazılar gibi kısa sürede gündemden düşüyor. Sonra unutuluyor…

Herbiri köşe yazısı olacak birçok olayla karşılaştık. Dersim’li Ali, taksici Merkel, marketçi Keko ve daha niceleri… İleride fırsatımız olursa bunları da köşemize taşırız İnşallah.

Dünyadan Türkiye’ye bakınca memleketimiz daha güzel görünüyor…

 

Cemal ERDOĞAN