Server-i kâinat ve âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed Mustafa (A.S.) vefâtlarına yakın buyurdular ki: "Mü'minler ölmezler, sadece yokluk (fenâj yurdundan ölümsüzlük (beka) yurduna taşınırlar. Bu, bir evden bir eve göçmeye benzer."
İşte o vakit Allah'ın Arslanı İmam Alî’yi (K.V.)çağırıp dedi ki: "Yâ Alî! Hakk'a yürüme vaktim gelmiştir. Dünyadan âhlrete göçüyorum ve sana birkaç vasiyet ediyorum. Gerektir kİ kabul kılasın, iki cihanda aziz ve muhterem olasın. Çünkü TARÎKAT içinde gerekli şeylerdir ki Cebrâil bana Allah'tan vahiy getirmiştir: şimdi, Şerîat peygamberlerin, Tarikat Evliyâ'nın Erenlerindir. Marifet onların yoluna sâlik olup gitmektir. Hakîkat, vuslat makamıdır, Hak ile Hak olmaktır.
Yâ Alî, biz bu cevherleri sana yâdigâr olarak verelim, gerçek mü'min ve itikadı temiz olan kardeşlere inci-mercan'dır. Ne mercan ki, her biri bir cân'dır, Sımsıkı saklayıp, bu söz inci'sini can kulaklarına yer-leştireler, peygamberlerin sırrını bilip duyalar, erenlerin erkânına uyalar. Müminlikte temiz inançlı olan muhibler, Mahşer gününde kıyâmet kopunca bizim sancağımızın altında bulunup, şefâatımızdan mahrum kalmayalar, inşallah!
Yâ Ali, Hakk'a tâlib olup. Erenlere dost olan kimselere telkin edip, bu vasiyetleri söyleyesin. Güçleri yettiğince. Erenlerin EDEB ve ERKÂ-Nl'ndan işiteler; bilip, öğrenip, erenlerin yolunu tutup gideler ve ona göre amel edeler. Ve de her kim bu vasiyetleri dinleyip, bununla’ amel ederse, Erenlerin yoluna giderse, EDEB'ini saklayıp, vasiyetimi tutarsa, o benim dostumdur, ben ondan hoşnut olurum, yarın Hakk'ın cemâlini gösteririm. Ve her kim bu vasiyetleri işitip tutmazsa. Erenlerin EDEB'ini saklayıp, bununla amel etmezse, o benim düşmanımdır."
İşte o vakit bu vasiyet-nâme'yi, Mü'minlerin Emîri İmam Alî (K.V.) ye teslim eyledi ve nice nice türlü öğütler edip, bununla ilgili hadis-i şerifler de buyurdu:
“Ey âlemlerin Rabbi! Mademki bunları bana vermiyorsun, bari ayın on dördü gibi parlayan ve yüce olan ONİKİ İMAMLARI gördüm, onları bana ver."
Ulu Tanrı cömertliğinden buyurdu ki:
“Ya Musâ! Bu cevherlere sen sarraf olamazsın, bunlar değerli incilerdir, mercanlardır. Onlar benim Habiblm Muhammed Mustafa'nın (A.S.) evlatlarıdır ve benim katımda çok değerlidirler, bana yakındırlar, her biri bir peygamber derecesindedir. Bu nedenle onlar sana verilmez."
Hazret-i Musa hayrette kalıp, “Bunların üstünlüğü ve hünerleri nedir acaba?" deyince, hemen o anda imam Câfer-I Sâdık hazretlerinin kutlu ruhları orada bulunup “Ya Musa! Gözünü aç, bak, gör, bir kez bak" dedi, Hazret-i Musa gözünü açtı, baktı, bir büyük yeşil deniz gördü ki ne ucu var ne de bucağı, imam Câfer-i Sadık hazretleri sordu;
“Ya Musa! Bu sonsuz rahmet denizini bir yudumda İçip bitirmeye gücün yeter mi?"
Musa peygamber dedi ki:
“Böyle uçsuz bucaksız bir denizi içmek, ezel ve ebed hiç mümkün değildir."
İmam Câfer-i Sâdık:
"Öyleyse, niçin Muhammed Mustafa'nın (A.S.) ulu makamını istersin? Onların bir ednâsı (değerce en aşağısı) benim, bak, gör İmdi..." dedi. Hemen o anda imam Câfer-i Sâdık hazretlerinin yüce ruhları derhal sıçrayıp, o ucu bucağı olmayan rahmet denizini bir içim suymuş gibi içip, mest-ü hayran olup, öyle didara karşı durdu. Hazret-i Musa bunu görünce aklı şaşırdı. O vakit Ulu Tanrı:
“Yâ Musa! Âdemoğullarının vücudunda dört yüz kırk dört parça kemik vardır ve onun üzerinde yedi yüz yetmiş yedi sinir vardır ve onun üze rinde üç yüz altmış altı damar vardır ve onun üzerinde üç yüz on iki bin k vardır. Eğer onların birisi benim sevgili Peygamberim Muhammed'i evlatlarının birine yan gözle baksa, ululuğum hakkı için (and olsun ki Gayyâ cehennemine gönderirim, O damar, isterse Halil İbrahim peygamberin damarı bile olsa." diye Hazret-i Musâ'yı uyardı.
Hazret-i Resûl (A.S.) buyurdu ki: Musa peygamber baygın bir halde yere düştü! Kendine gelince, Rabbine secde kıldı ve "Seni tenzih ederim, Tövbe ettim sana. Ben iman edenlerin ilkiyim. Beni o topluluktan eyle." Dedi.
Ulu Tanrı, sevgili peygamberine haber verip, söyle buyurdu: "Ya Muhammedi Musa peygambere bile böyle söylenince, diğer tüm kullarım dahi bilsinler ki senin evlâdının saygınlığı ve yüceliği benim katımda nice imiş!"
Allah'ın Resûlü (A.S.) Ulu Tanrı'dan bu sözü işitince sonsuz derecede sevinip, şükür eyledi ve Cenab-ı Hakk'ı on iki bin isimle övdü. Yüce Tanrı da peygamberini ve evlâdını sevip, muhabbet eyledi. Ve buyurdu ki:
"Ya Muhammedi Eğer kullarım beni yerde ve gökte on iki bin isimle zikredip çağırırlarsa ben de senin on iki evlâdını (ONİKİ İMAM'I) yad edip şefaatçi getirenlere ululuğum hakkı için, beni o iki bin isimle zikreden o kullarımın sevabı kadar, ve de yerlerde göklerde, arş’da ve kürsî'de olan melekler sayısınca sevap veririm."
Yine buyurdu ki:
"Ya Muhammedi Benim kullarımdan herhangi bir kul, senin ümmetinden de herhangi bir ümmet, eğer inanarak senin evlâdını tanık tutup şefaatçi getirirse dünya ve ahrette her ne dileği varsa, dileklerini yerine getiririm ve o kuluma senin evlâdının hürmetine nice türlü iyilikler veririm."
Hazret-i Muhammed buyurdu ki:
"Benim evlâdıma (Ehl-i Beytime) yapılan yedi hizmet, Allah için yapılmış yedi bin hizmet derecesindedir. Allah, o hizmeti yapana bin şehidin sevabını verir."
Ve Ulu Tanrı buyurdu ki:
"Ya Muhammed! Senin ve evlâdının yüzü suyu hürmetine her kim bu "ONİKİ İMAM ÖVGÜSÜNÜ okusa, üzerinde taşısa ya da dua edip onlardan şefâat dilese, o kula on iki bin peygamber sevabını veririm, ayrıca on iki bin kabul olmuş hac sevâbını veririm. Ve ey sevgili peygamberim, her kim bu on iki isimle seni anarsa, on iki bin isimle hamd etmişçesine sevap veririm ve katımda ondan makbul bir kul olmaz."
"Kim ki evlâdıma (On iki imam'a) saygı gösterirse, bana saygı göstermiş olur. Bana saygı gösteren de Allah'a saygı göstermiş olur."
İşte bu on iki isim ki ONİKİ İMAMLARIN ÖVGÜSÜ'dür. Her kim bu kutsal isimleri sabah akşam okusa, on iki bin melek onu bekler, korur. Ve eğer akşam okusa, sabaha değin tüm kazalardan ve belâlardan onu korurlar. Cümle âlem ona düşman olsa, ona her türlü kötülük yapmaya çalışsalar da, Ulu Tanrı'nın yardımıyla o kimsenin bir kılına dahi zarar gelmez.
Yine her kim her vakit duâ'dan (niyaz'dan) sonra bu ONİKİ İMAMIN HUTBESİ'ni bir kez okusa, hiçbir yönden her işte güçsüz ve dermansız kalmaz. Ve yine bir kimse daima bu HUTBE'yl (Duâ'yı) okusa, okutup dinlese ya da sürekli üzerinde taşısa, ulu Tanrı buyurmuştur ki:
"Tanrılığım hakkı için, o kulumun her ne türlü dileği var ise yerine getiririm."
Hazret-i Muhammed (A.S.) bunu işitince, Yüce Allah'a binlerce şükür edip hamdetti. Bu âyetler, hadisler ve haberler belgesel olarak bize ulaşmıştır. Bu haberleri Peygamber efendimizin Ulu Tanrı'dan aldığını, Kâb-ül-Ahbâr rivayet eylemiştir.
Ben yoksul ve zayıf kul Ferişteh-oğlu Abdülmecid bu ONİKİ İMAM HUTBESİ'ni Arapçadan Türkçeye çevirdim. Değerli canlar! Şimdi bilmiş olasınız ki zaman baki (kalıcı) değildir. Çalışıp çabalayıp, hemen Hz. Muhammed Mustafa'nın eteğine (yoluna-erkânına) yapışagörün. Tâ ki gönüldeki dileklerinize erişesiniz. Çünkü kişi kimi severse onunla haşrolur (bir araya gelir.)
O Allah'ın Arslanı Şâh-ı Merdan Alî, Hz. Peygamberin mübarek ağzından buyurduğu vasiyet ve öğütlerini kabul edip, yüzünü yere sürdü ve hepsini o'nun huzurunda yazdı, değerli ve ulu bir kitap eyledi. Her zaman okuyup, onunla amel ederdi.
Ondan İmam Haşan ve İmam Hüseyin ve İmam Zeynelâbidin hazretlerine erişti. Tâ ki bu vasiyetler, Peygamber soyundan Seyyid SAFİ- YÜDDİN'e geldi. O da okuyup onunla amel kıldı, "Bu şerefli ilim, gerçek ilim imiş." dedi. Kendisine mürid olup irâdet getiren tâliblerine telkin edip, bu vasiyet-nâme gereğince onları irşad ederdi. Bize de onlardan yadigâr kaldı. ERENLERİN MENÂKIBI budur, bilesiniz, tâlibleri eğitesiniz.
Şeyh Safı hazretleri buyurur ki:
"Eğer bir tâlib bu vasiyetleri dinlese, ne anlama geldiğini bilse, kendisi de uysa, erenlerin edebini yerine getirse, o tâlib Hak Taalâ hazretlerinin güvenliği içinde olup, dünya ve âhiret korkularından kurtulur, kıyâmet günü bizimle haşrolur. Ve eğer bir tâlib, bu vasiyetler okunurken kulak tutup dinlemese, o tâlibden Allah bîzar olur, melekler bîzar olur, Resûlullah bîzar olur ve tüm peygamberler ve erenler bîzar olur."
Cumali Pektaş
Beşkoz Köyü Muhtarı