Ancak sözlerime bir menkıbe ile başlamak istiyorum.
Dünyamıza bakıyorum , mevsimler, güneş, ay ve yıldızlar, hava, su, toprak ve ağaçlar kendi vazifelerini aksatmadan devam ettirmektedirler.
Bir bahar mevsimi, güneş deniz sularını ısıtıp buharlaşması, bundan oluşan bulutlar, ondan dökülen yağmur taneleri, yine güneşin şılınga misali ışığı, ölü toprağa hayat çıplak ağaca can vermektedir. Her ikisi de hazinesinde barındığı nebatat ve ürünleri bütün canlılara adeta alın alın diye arz etmektedir.
Biz insanlara da lisani hal ile çalışın denilmektedir. Nitekim Allah Resulü tembel tembel oturup da yarabbi bana rızk verin demeyin ifadesinde buyurmuştur. Öyle ya, sonbaharda tarlayı imar edip tohumunu da atarsan, yaz mevsimi Haziran ayında tarlanın başına gitsen sana misli misli, belki de 70 katı verecektir. Bütün bunlar eşrefi mahluk dediğimiz, yani yaratılanların en şereflisi insan içindir.
Yaşamı kendi iradesine bırakılan insanoğluna her ne kadar doğrular ve ergiler söylenmesine rağmen, ne yazık ki sıratı müstakimden saptananlar olmuş, Dünyayı benim devletim, benim ırkım, benim dinim, benim mezhebim ayrılığı yaratılarak gerginliğe, hatta savaşlara kadar götürmüştür.
19. asra gelindiğinde savaşlar o kadar kızışmış ki, muhabere meydanlarında yaralıların ve ölülerin toplanmasına imkan ve fırsat verilmemiştir. Tüm dünya bundan ıstırap duymaktadır. Hıristiyan alemi kendi haçını kurarken, ülkemiz Osmanlı İmparatorluğu da 11 Haziran 1868 günü, cephede savaşıp yaralanan ya da hastalanan askerlere yardım ve tedavi adı altında aralarında devlet erkanın da bulunduğu bir cemiyet kurulur.
Devamı Gelecek