Allah Zülcelal Hazretleri Kuran-ı Kerim’in Bakara Suresi 214. Ayetinde biz insanlara şöyle buyuruyor; “Ey Müminler, siz sizden önce geçen ümmetlerin (müminlerin) hali başınıza hiç gelmeden Cennet’e gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öyle sıkıntılar ve zaruretler gelip çattı. Öyle sarsıldılar ki hatta başlarında bulunan Peygamberleri ve onunla beraber iman edenler Allah Zülcelal Hazretlerinin yardımı ne zaman diyecek dereceye vardılar. Fakat iyi biliniz ki Allah’ın yardımı muhakkak yakındır.”
Bu ayeti kerime biz insanlar için ilahi bir kanunu hatırlatarak bizlere bizzat Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizin ümmetinin başlarına gelmiş, sıkıntı felaketler sebebiyle teselli etmekte, bundan sonra gelecekler için de daima hazırlıklı ve dayanıklı olmaya bizleri davet etmektedir. Bu hal geçmiş ümmetlerin başına da gelmiş ve çok ağır bela ve musibetlerle imtihan olmuşlardır.
Yine Allah Zülcelal Hazretleri Bakara Suresi 155. Ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır; “Biz sizi biraz açlık, biraz korku, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.”
Şurası bir gerçektir ki iman ve İslam yolunda karşılaşılacak güçlükler çoktur. Allah-u Teala’ya giden yol ve onun rızasını kazanmak son derece çetindir. Bunlar karşısında yılmadan, sabırla, metanetle ve namazla ayakta durmak, yıkılmamak gerekir.
Şunu da açıkça ifade edeyim ki, bu uğurda uğrayacağımız zorluklar ve karşılaşacağımız musibetler şunlar olabilir. Yani her çeşit korkular, tabi bunlar musibet gelmezden önce çekilen endişe ve korkular da olabilir. Mesela ölüm korkusu, düşman korkusu, eldeki nimetlerin sona ermesi gibi haller olabilir.
İnsanı her an huzursuz eden ruhi bozukluk, tabi burada açlık, kıtlık, hastalık gibi haller de çekilen sıkıntılar her an maruz kalabilecekleri zarardır. Maddi ve manevi kayıplar. İşte bu sıkıntıların cümlesi de bir imtihan olma cümlesindendir.
Müslümanların başlarına gelen ve yahut ta gelecek olan musibetler karşısında sabredip tahammül göstererek ve olaylar karşısında olgun bir tavır takınıp sabredip şükrederse işte o kimse kemale ermiş olup Allah Zülcelal Hazretlerinin (sabredenlere müjdele) sırrına nail olur ki, böylelikle kurtuluşa ermiş olur.
Kuran-ı Kerim’in bize hem dünyamızı hem de ahretimizi imar etmemizi emir ve ferman buyurmuşken, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, hemen yarın ölecekmiş gibi ahret için çalışıp çabalamamız gerektiğini hepimize bildirmiş iken, neden biz bu hallere düştük? İslamiyet için yüz karası olan (geri kalmış ülkeler) safında yer alıyoruz.
Ben niye bu duruma düşmemizin sebebini şöyle yorumluyorum. Şu bir gerçek ki Allah Zülcelal Hazretlerinin men edip yasakladığı Peygamber (S.A.V.) Efendimizin zemmettiği bütün bu kötü huylar bizde. Bütün menhiyat (dince yasak olan şeyler) bizde tembellik ve miskinlik (hoş görülmeyecek olgular karşısında hiçbir tepki göstermeyen) bizde dedikodu bizde ağız kalabalığı, bizde laf ebeliği, bizde birbirini çekememek, mümin kardeşinin elindeki nimete haset etmek bizde, kendi ayıplarımız, kusurlarımız ve günahlarımız apaçık ortada iken, başkalarında kusur ayıp ve günah aramak bizde, birbirimizi hor görmek bizde, birbirimizi beğenmemek bizde, herkesi tenkit etmek ve kendimizi çok akıllı saymak bizde, velhasıl kelam ne kadar kötülük ve pislik varsa hepsi bizde.
Saygıdeğer okurlarım, biz böyle mi olacaktık? Veya böylemi olmalıydık? Elimizdeki kitap olan Kuran-ı Kerim bütün saadet ve selamet yollarını açıkça hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde gösteriyor. Bizim başımızda öyle bir Peygamber (S.A.V.) Efendimiz var ki, bizlere hak ve hakikate, kurtuluşa, kutluluğa ve mutluluğa davet ettiği gibi, bu yolların çarelerini de bildiriyor.
İnsanlığın tabii ve beşeri bütün ihtiyaçlarına cevap verecek en yüksek, akli ve mantıki prensipler üzerinde kurulmuş öyle bir şeraitimiz var ki, bizlere insan olmayı, ilerlemeyi, yükselmeyi, ilim tahsil etmeyi, bir sanat ve zanaat sahibi olmayı, yardımlaşmayı, kardeşliği, birliği ve beraberliği öneriyor. Bütün bunlara yüz çevirmişiz, birbirimize düşmüşüz, sen ben kavgasına tutuşmuşuz. Ne yazık ki bu dünyamızı kendimize zehir ettiğimiz gibi, ebedi yurdumuz olan ahretimizi de kaybettiğimizin farkında bile değiliz. Yazıma Yunus’un bir şiiri ile son veriyorum.
Sana ibret gerek ise, gel göresin bu sinleri,
Gel taş isen eriyesin, bakıp görecek bunları,
Bunlar ki çoktu malları, gör nice oldu halleri,
Sonucu bir gömlek imiş, onun da yoktur yinleri.
Hani mülke benim diyen, köşkü sarayı beğenmeyen,
Şimdi bir evde yatarlar, taşları olmuş sütunları,
Bunlar bir vakit beylerdi, kapıcılar korlar idi,
Gel şimdi gör, bilmeyesin beykangıdır ya kulları.
Ne kapı vardır giresi, ne ışık vardır giresi,
Ne nimet vardır yiyesi, gün olmuştur gündüzleri.
Saygılarımla.