Evet, saygıdeğer okurlarım. Şimdi Süreyya İlmen Bey Efendi'nin "3 Devir Gördüm" yazısını olduğu gibi yazalım. 3 Devir gördüm. Birincisi Sultan Hamit Devri, ikincisi meşrutiyet devri, üçüncüsü ise Cumhuriyet devri. Günler geceler velhasıl nasıl geçiyorsa, işte bu devirler de öyle geçti. 3 Devir gördüm, birincisi istibdat idaresi, ikincisi meşrutiyet idaresi, üçüncüsü ise Cumhuriyet idaresi. Bu 3 idarenin de keyfi birer idare olduğunu anladım. Her birisinin kendisine mahsus iyi tarafları olduğu gibi, fena tarafları da bulunduğuna şahit oldum. 3 parti gördüm, birincisi istibdat partisi, ikincisi ittihat partisi ve terakki partisi, üçüncüsü ise Cumhuriyet Halk Partisi. Birbirlerini kavga dövüş deviren bu 3 parti de evvel ben sonra etrafım, daha sonra üst tarafı zihniyetinin hakim olduğuna kanaat getirdim ve nihayet hepsinin post kavgasında birleştiklerini gördüm. Bu görüşümü riyazi kaidelere istinat ettirerek ispat için 2 mücadele koydum. 1- Meşrutiyet x İstibdat= Post kavgası. 2- Cumhuriyet x Meşrutiyet= Post kavgası. Birer tarafı birbirine müsavi olan bu iki mücadelenin diğer tarafları da birbirine müsavi olacaklarından bu iki muadeleyi böylece birleştirdim. Meşrutiyet x İstibdat= Cumhuriyet x Meşrutiyet oldu. Her iki taraftan mevcut meşrutiyet kelimelerini aynı suretle kaldırdım. Ortada yalnız istibdat= Cumhuriyet kaldı ki, hakikatte bundan başka bir şey değildi. Bu suretle benim davam da bir muadele-i riyaziye ile ispat edilmiş oldu. Öyle ya İstibdat'a karşı indirilen meşrutiyet darbesinin neticesinde post kavgası meydana çıkmıştır. Çünkü ittihatçılar hükümet sandalyelerini kapışmışlardı. Meşrutiyete karşı indirilen Cumhuriyet darbesinin de neticesi yine post kavgasına müncel oldu. Bu sefer de halkçılar sandalyeleri kapıştılar. Velhasıl her devirde 'sen yemeyeceksin, ben yiyeceğim' fikri hüküm sürdü. İşte memleketimizde politikacılar hep böyle havadan geçinmeye çalıştılar. Bu yazılarımı teyit için buraya bir vaka kaydedeceğim.
31 Mart vakasından sonra bazı kimselere Bekir ağa bölüğünde hapsetmişlerdi. Bu meyanda Vani köyündeki yalısından bir akşam üzeri bir zad gelmiş, babamı da götürmüştü. Ertesi sabah Bekir ağa bölümüne gittim. Babamı ziyaret için geldiğimi hapishane kumandanına söyledim. Bir çavuş çağırarak 'ser asker rıza paşayı getiriniz, oğlu gelmiş' diye emir verdi. Çavuş beni bir salona götürdü. Babam geldi ve bir köşeye oturarak konuşmaya başladık. Benim gibi ziyaretçiler de geldi. Herkes görüşürken, hapishane komutanı gelerek bir koltuğa oturdu ve yüksek sesle; "Hepinize ohh olsun. Milleti mahvettiniz, perişan ettiniz. Hiç birinize acımıyorum" dedi.
Herkes sessiz iken bu sırada babam; "Doğru oğlum, doğru söylüyorsun. Biz milleti mahv ve perişan ettik. Lakin bakalım siz ne yapacaksınız. İnşallah biz de sizleri görürüz" dedi. Bu söz üzerine kumandan bir şey söylemeden gitti. Ben de babamın elini öpüp ayrılırken, hapishane müdürünü görerek; "Ben askerlikte kalacağım. Babama hürmet et" dedim. O da askerce bir selam verip; "Siz Şükrü Paşa mısınız?" dedi, bende; "Hayır. Ben Süreyya Paşayım" dedim ve peki efendim dedi. Ondan sonra da babama çok hürmet göstermiş. 1909 yılında olan bu olaydan tam 30 yıl sonra, yani 1939'da o günün başbakanı rahmetli Saydam millet kürsüsünden memlekette her şeyin A'dan Z'ye kadar bozuk olduğunu haykırdı. Demek ki 30 senede hiç bir şey yapılmamış. O halde İstibdat x Meşrutiyet ve yine Meşrutiyet x Cumhuriyet neye yaradı? Şimdi ise aradan 77 sene geçti. Demokrasiye bizde bir türlü alışamıyoruz. Yani 1960'tan beri ihtilallar devam ediyor. Geçtiğimiz Cuma gecesi yani 2016 Temmuz 15'i 16'ya bağlayan gece yine bir sarsıntı geçirdik. Ama bu sefer millet parti farkı gözetmeden demokrasiye sahip çıktık. Karşılarına dimdik dikildi. Ben de 90 yaşımda geçmişimde 1919'da Maraş'ta Fransızlar tarafından şehit olan amcam Haci ile 1915'te Çanakkale'de şehit olan akrabam Mustafa'nın huzuruna rezil olmadan bu ihtilala kıyam edenleri şiddetle kınıyor ve lanetliyorum. İcap ederse bu canımı 1000 defa bu millet uğruna feda ederim. Yazıma geçmiş bir olayla son veriyorum.
Hikaye malum, her ikisi de subay, baba oğluna her zaman; "Oğlum sen adam olamazsın" deyip duruyormuş. Nihayet her ikisi de rütbede yükselmiş. Talih oğlunu müşir, babasını da ferikliğe kadar yükseltmiş. Bir gün oğlu Müşir Paşa, babası Ferik Paşa'yı huzuruna çağırmış. Oğul Müşir oturuyor, baba Ferik ise vaziyeti askeriye icabı oğlunun karşısında ayakta. Oğlu hitaben; "Baba nasıl adam olamadım mı?" diye sormuş. Baba da cevaben; "Olamadın oğlum. Olsaydın böyle karşında beni ayakta tutmaz, bir yer gösterir ve oturttururdun" demiş. Evet saygıdeğer okurlarım. Bu durumlardaki kararı siz verin. Saygılarımla.