Şeyh Muhiddin-i Arabî hazretleri Endülüslü Mürsiye kasabasında miladı 1165 de doğu.1240 yılında bir Cuma gecesi 75 yaşını ikmal ederek bu dünyadan Allah’ın huzuruna göçtü.
Muhiddin-i Arabî hazretleri bugün ki Şam’ın Salihiye mevkiine gömüldü. Bir süre sonra mezarı kaybolmuştu. Ta ki, Yavuz Sultan Selim Mısır’ı alınca vasiyeti gereği mezarı buldu. Zira Muhiddin-i Arabî Hazretleri kitabında SIN ŞINA girerse mezarım meydana çıkar, demişti. Yavuz Sultan Selim Şam’a girince mezarı buldurtup oraya mükemmel bir türbe yanına bir Camii ve imaret yaptırmıştır. Ayrıca Muhiddin-i Arabî Hazretleri’nin ayak vurduğu yere giderek buradaki hikmeti anlamak istedi. Tam Muhiddin-i Arabî Hazretleri’nin ayağını vurduğu yeri kazdırdığında bir küp altın bulunmuştur.
Mühiddin-i Arabî Hazretleri hakkında hakikat eyli olmayan bazı kimseler kendisinin hayatta olduğu zamanda olduğu gibi şimdi de ilimleri yeterli olmadığından ötürü bazı yersiz karşı çıkmalar olmaktadır. Şimdi Yavuz Sultan Selim Han zamanına dönelim ve Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislamı büyük insan ve Müftüyüssakaleyn unvanını kazanmış ibni Kemal paşanın Mühiddin-i Arabî Hazretleri hakkındaki fetvasını bugün ki dile aktaran.
Ey insanlar biliniz ki Şeyhlerin en büyüğü, Kerimlerin en önde gideni, Arifler kutbu ve Allah’ın birliğine inananların imamı Endülüslü Muhammed ibnül Arabî ayet ve hadislerinden hüküm çıkarabilenlerin en Kâmili ve en faziletli, sahibi bir yol göstericisidir.
Zamanın Âlim ve faziletli kişilerinin bilgilerindeki hayat hikâyelerini (kıssalarını) inkâr ve inkârında ısrar ederse şüphesiz delalette kalır. Kendilerinin Füsusül Hikem ve Fütuhat-ı Mekkiye” gibi birçok eseri vardır. Bu eserlerdeki meselelerden bazılarının lafız ve manası malum ve emri ilahi, bazısı nebevi açıklamalar ve bazısı keşif ve manevi bilgileri bilenlerden başkasına kapalıdır. Zahir ehlinin idrakinden gizlidir.
Bu manaları anlamayanlara bu makamda susmaları vacip olur. Zira cenabı Allah bilmediğin şeye tabii olma, tahkik, kulak, göz ve kalp bunların her birisinden sahibinin ilmi derecesinden sual olunur. ( İsra suresi ayet 36)
Mühiddin-i Arabî Hazretleri sadece Asya ve Arabistan’da da değil tüm dünyada bilinmektedir. İşte buna bir örnek;
İkinci dünya savaşının devam eteği 1943 yılında bir Türk heyeti Amerika’yı ziyaret etmektedir. Cumhurbaşkanı Roosevelt hasta olmasına rağmen heyetimizle görüşmeyi arzu eder. Bundan sonrasını heyette bulunan bir zattan dinleyelim
Başkan Beyaz Saray’daki dairesinde bizleri kabul edip oturttuktan sonra sözlerine bir Türk heyetinin Amerika’ya ziyaretini bana bildirdikleri andan itibaren sizlerle tanışıp, politikanın dışında bir görüşme yapmayı arzu etmiştim. Diye başladı ve devamla;
Başkan; Gerek Amerikalı ve gerekse dünyanın her köşesinden gelen ilim adamları ile yaptığım özel görüşmelerimde, bugüne kadar dünyada ilim felsefe ve mistik alanda sayıları birçok insanın yetiştiğini bilmekle beraber bunların en büyüğü olarak hemen hepsinin bir tek insan üzerinde ve yaşadığı sürede 500 yakın eser bırakmış. Endülüslü tanınmış âlim ve Mütasavvuf Muhiddin El Arabî’nin üzerinde birleştiklerini tespit ettim. Yalnız benim için aydınlanması gereken bir husus var. Fusüsül Hikem ve Futuhat-ı Mekkiye gibi değerli birçok eser yazan bu büyük insan hakkında neden İslam bilginleri aleyhinde bulunmuşlar yakışıksız sözler söylemişler. Ve ölümünden sonra da mezarını belirsiz bir hale getirmişler? Ancak bu zatın ölümünden 300 yıl sonra bir Türk Hakan’ı Sultan Selim Mısır’ı almaya giderken mezarını buldurup türbesini yaptırmıştır. Bu jest şüphesiz ona karşı duyduğu saygıdan ileri gelmiştir. Fakat bu gecikme neden? İşte bunu bilmek istiyorum.
Heyet başkanı cevap vermeyi içlerinde olan bir arkadaşa vererek ondan hakikati öğren der.
O heyet içindeki efendi sayın başkanım önce şunu bil hassa belirtmek isterim ki bütün İslam bilginleri Şeyhül Ekber Muhiddin-i Arabî’nin aleyhinde bulunmamışlardır. Bu zatın aleyhinde bulunanlar daha ziyade zahiri ilme mensup bilgililerdir. Bunlar onun geniş kapsamlı Allah’ın vücut birliği fikirlerini ya kavrayamamış ve aya İslam şeriatına uygun düşmediği düşüncesine kapılmışlar ve onu bu yüzden haksız yere yermişlerdir. Fakat Bâtıni ilme bilgin hakikat ve irfan ehli kimseler, onu gerçek yönleri ile tanımış ve onu en büyük bir müctehid (Ayet ve hadislerden hüküm çıkarmış büyük İslam âlimleri ve önderleri) ve mutasavvıf olarak kabul etmişler. Ve kendisine büyük saygı duymuşlardır. Yalnız onun eseri olan Füsusu yüze yakın Türk ve İslam bilgininin şerh etmesi buna bir delil teşkil eder dedik.
Bunun üzerine başkan gülümsedi ve şimdi durum benim için aydınlandı teşekkür ederim diyerek önündeki çekmeceyi açtı. Bakınız her gün işime başlamadan önce o büyük insanın fütuhat-ı Mekkiye’sini okurum. Halen üçüncü cildini hayranlıkla okumaktayım dedi ve kitabı bize gösterdi. Hepimiz hayretler içinde kaldık.
Biz Müslümanların ibret alacağı bir davranış ABD üniversitelerinde İbni Sina, İbni Haldunların kitapları baş tacı edilirken bizler o büyük âlimlere ilgisiz kaldık maalesef. Saygılarımla