Farkında mısınız, etik sözcüğü son zamanlarda daha çok kişi tarafından ve daha sık kullanılır oldu. Toplumun değişik katmanlarında yer alan birçok insanın farklı olayları değerlendirirken “bu etik değil,” “tavrını etik bulmuyorum,” ya da “olmaz kardeşim, etik değil bir kere” gibi yargılarda bulunduklarına daha çok şahit oluyoruz. Her ne kadar etik sözcüğünün lakayıt ve yerli yersiz kullanılmasından hazzetmesem de insanların “etik” diye bir mefhumun varlığından daha yaygın biçimde haberdar olmalarını olumlu buluyorum. İnsanların “etiğin evrensel normlarını,” dolayısıyla “içlerindeki ahlak yasasını” sık sık ihlal etmelerine karşın, etik sözcüğünü duyduklarında ya da kullandıklarında suratlarında ciddi, saygılı bir ifadenin belirmesi de bence olumlu bir durum...
Peki etik, yalnızca biz insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemeye yardımcı olan bir kurallar manzumesi midir? Ya da öyle mi kalmalıdır? Dünyada özellikle son elli altmış yıldır, bizde de son yirmi otuz yıldır, hayvanseverlerin baskı ve çabaları sonucu, bu kurallar manzumesi, hayvanlarla olan ilişkilerimizi de içine alacak biçimde genişletilmeye çalışılıyor. Geçtiğimiz yüzyılın ortalarında, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin Birleşmiş Milletlere üye ülkelerce kabul edilmesinden yaklaşık otuz yıl sonra, Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi de kabul edildi ve insanlık tarihinin önemli kilometre taşlarından biri oldu. Bu beyannamelerin kabul edilmesi çok önemlidir. Ama tek başlarına insan ve hayvan hakları sorunlarının çözümünü sağlamak için yeterli değildir. Zira pratikte henüz insan hakları konusunda bile ciddi sorunlar yaşamaya devam ediyoruz, maalesef... Bu beyannamelerde dile getirilen evrensel ilkelerin vicdanlarımızda ve bilinçlerimizde de güçlü ve derin bir biçimde yer etmesi gerekir. Anlaşılan bunun için daha zamana ihtiyacımız var. Evrensel ilkeleri içselleştirebilmiş insanların özverili gayretlerine de...
Kimbilir, bazılarınız hayvanların etik evrenimiz içine dahil edilmeye çalışıldığını duyunca bile, “Hayvanlar ve etik mi? Yok artık!” demiş olabilirsiniz... Birazdan söyleyeceklerim, böyle düşünenleri daha çok şaşırtabilir...
Elbette haberdar olanlarınız da vardır; artık şöyle diyen türdeşlerimiz de var:
Etiğin, yalnız insan ve hayvanları içine alacak biçimde genişletilmesi yetmez. Biz insanlar, yaşama şansı bulduğumuz bu güzel yeryüzünde, henüz sayısını bile tam olarak bilmediğimiz canlı türlerinden yalnızca biriyiz. Çeşit çeşit toprakları, ağaçları, trilyonlarca börtü böceği, yabani ya da evcilleştirilmiş sayısız hayvan ve bitki türleri, milyarlarca canlının hayat bulduğu göl, dere, nehir, deniz, okyanus ve yer altı suları, hatta birçoğumuzun farkında bile olmadığı ya da değer vermediği bataklıkları, sazlıkları, uçsuz bucaksız çölleri, yalçın dağlarıyla bu yeryüzü bir bütündür. Biz insanlar, bu bütünün yalnızca bir parçasıyız. Dolayısıyla yaşamımızı sürdürürken, yalnız kendimizin, ailemizin, yakınlarımızın, hemşerilerimizin, yurttaşlarımızın ya da diğer ülkelerde yaşayan türdeşlerimizin çıkarlarını değil, bütün bileşenleriyle tüm doğanın, bugününü ve geleceğini, sağlığını, bütünlüğünü ve güzelliğini korumakla sorumluyuz.
Böylesine bir söylem, henüz insanların açlık ve yoksulluk probleminin bile çözülmediği, mezalim ve kanlı savaşların acımasızca sürdürüldüğü bir dünyada, fazla hayalci, “lüks,” hatta anlamsız bulunabilir. Ama kendimize, diğer insanlara, canlı ve cansız sayısız varlığa, yaşanmış, yaşadığımız ve yaşanacak olaylara ve bir bütün olarak dünya ve evrene daha geniş bir bakış açısı ile yaklaşabilirsek, insan türünün varlığını sürdürebilmesinin ve hakiki anlamda mutlu olmasının, ancak böyle bir etik anlayışın benimsenmesi ile mümkün olabileceğini kavrayabiliriz...