Yeni bir dünya görüşünü benimsedikten bir süre sonra, insanlardaki bazı kusurların, daha doğrusu benim kusur olduğunu düşündüklerimin, yalnızca mensup olunan dünya görüşünün niteliği ile izah edilemeyeceğini fark ettim.
Çocukluğumda ve ilk gençlik yıllarımda gözlediğim hoşgörüsüzlük, tahammülsüzlük, tutuculuk, aşağılama vb. kusurların, dünya görüşünden bağımsız olarak, birçok insanda olabileceğini görmeye başladım. Anladım ki benimsenen dünya görüşü, belki bu kusurları törpüleyebilir ya da keskinleştirebilirdi; ama tek başına ortadan kaldıramazdı.
Her türlü insanın, içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak, şu ya da bu dünya görüşüne meyledebileceğini anladım. Tıpkı “Besniliyse iyidir,” “Çorumluysa yaramaz” yaklaşımlarının bizi yanıltabileceğini fark ettiğim gibi, “devrimciyse iyidir,” “ülkücüyse ya da dinciyse yaramaz” yaklaşımlarının da hatalı olduğunu fark ettim.
Bir gün bir grup arkadaşla “ne olacak bu memleketin ve de dünyanın hali” muhabbetlerinden birini yaparken, uzun zamandır kafamı meşgul eden bir soru sordum. Önce orada bulunanların çoğunun tanıdığı ve dünya görüşü bizimkinden farklı olan, ortak bir arkadaşımızı hatırlattım. Hatırlattığım, o zaman da bugün de düşündüğümde “yaramaz” denilebilecek bir arkadaş değildi. Varsayalım bu arkadaşın adı Mehmet olsun. Dedim ki, “Mehmet’le benim yetiştiğim ortam ve koşulları değiştirme imkanımız olsaydı, ben onun gibi düşünen (onun dünya görüşünü benimseyen, tıpkı on yedi yaşımdaki gibi) birisi olabilirdim; o da bizim gibi düşünen, bizim doğru olduğuna inandığımız düşünceleri savunan birisi olabilirdi, değil mi?” Uzun bir sessizlikten sonra arkadaşlardan biri, “evet doğru ama” dedi, “ama bu, onun bizim düşmanımız olduğu ve bizim onun düşüncesiyle, onun gibi düşünenlerle savaşmamız gerektiği gerçeğini değiştirmez.”
Orada bir şey demedim. Çünkü tüm irkilticiliğine rağmen, arkadaşımın söylediğinin doğru mu yanlış mı olduğuna hemen karar veremedim. Çünkü hala, yeni benimsediğim dünya görüşünün etkisindeydim ve onu tüm yönleriyle tanımıyordum. Ama arkadaşımın söyledikleri beni son derece rahatsız etmiş, deyim yerindeyse sıdkımın sıyrılmasına yol açmıştı.
“Peki daha önce sözünü ettiğin ırkçı, faşist dünya görüşleri için de böyle mi düşünüyorsun? Faşistse, ırkçıysa yaramaz demeyecek miyiz?” diye sorabilirsiniz. Bu konudaki düşüncelerimi, bu yazı dizisinin ilk bölümlerinde belirtmiştim zaten, yinelememe gerek yok. Ama yukarıda söz ettiğim arkadaş gibi “devrimcilerin” çoğu, “ülkücülerin ve dincilerin,” hatta başka bazı “devrimcilerin” bile, “faşist” olduklarını düşünüyorlardı. Tıpkı “ülkücü ve dincilerin” çoğunun, komünizmin ne olduğunu doğru dürüst bilmeden, “devrimcilerin” “komünist” olduklarını ve bu yüzden yerlerinin Moskova olduğunu düşündükleri gibi...