Elektrik enerjisi elde etmek için kurulan güç santralleri genel olarak iki gruba ayrılabilir. Birincisi, elektrik üretimi için yenilenebilir olmayan kaynakları kullanan güç santralleri. Bu santrallerin çoğunda kömür, fuel oil, doğalgaz gibi 50-100 yıl içinde tükeneceği tahmin edilen fosil yakıtlar kullanılıyor. Nükleer santraller de yenilenebilir olmayan kaynaklar kullanan güç santralleri sınıfına giriyor. Çünkü bu santrallerde de uranyum, plütonyum gibi yeryüzünde kısıtlı miktarda bulunan doğal kaynaklar kullanılıyor.
İkinci tür güç santralleri ise su, güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir kaynakları kullanıyorlar. Suyun gücünden yararlanarak elektrik üreten hidroelektrik santraller dünyada uzun zamandan beri kullanılıyor. Ama geçen haftada belirttiğimiz gibi bu santraller ekonomik ömürlerini tamamladıklarında, bulundukları yörenin doğal dokusunu önemli ölçüde tahrip etmiş oluyorlar. Potansiyeli en yüksek olan güneş enerjisinden ise henüz gereken düzeyde yararlanabildiğimiz söylenemez. Güneşten dünyamıza yalnızca bir iki saatte ulaşan enerji miktarı dünyadaki bir yıllık enerji ihtiyacının tamamını karşılayacak düzeyde... Ama bugün biz bu enerjinin oldukça küçük bir kısmını etkin olarak kullanabiliyoruz. Rüzgar enerjisinden yararlanma konusunda ise son yıllarda önemli gelişmeler sağlandı. Örneğin İspanya’da elektrik üretiminde en büyük pay, rüzgar enerjisinden yararlanan güç santrallerinde.* Söylemeye gerek yok ama, rüzgardan yararlanarak elektrik üretmenin doğaya, türbinlerin belli bir yer işgal etmelerinden başka, bir zararı yok. Elbette rüzgardan yararlanılarak elde edilen elektrik enerjisinin doğayı tahrip eden faaliyetlerde kullanılmaması kaydıyla...
Ahmet İnsel’in verdiği bilgilere göre rüzgârdan yararlanma konusunda son yıllarda dünya çapında önemli gelişmeler gösterilmiş:
“2010’da dünyada rüzgâr enerjisinden toplam 194.000 MW elektrik üretilmiş. Bu, takriben 170-190 nükleer reaktörün ürettiği bir elektrik üretim kapasitesi demek. Rüzgâr enerjisinin elektrik üretiminde ciddi biçimde kullanılmaya başlamasının tarihinin ancak 10-15 yıl öncesine gittiği düşünülürse kısa zamanda ulaşılan üretim seviyesi dikkat çekici. 1997’de dünyada rüzgârdan sadece 7480 MW elektrik üretiliyordu.”*
Bu konuda bizde de önemli gelişmeler olduğu söylenebilir. Ülkemizde rüzgar enerjisinden yararlanan santrallerin toplam kapasitesi 1997’de 9 MW iken, 2005’de 20 MW, 2010’da ise 1.329 MW düzeyine çıkmış. Bu rakamla geçen yıl dünyada 17. sırada yer almışız.*
Aslında fena sayılmaz... Ama ülkemiz rüzgar kapasitesi açısından şanslı ülkeler arasında sayılıyor. Ülkemizin yıllık ekonomik olarak kullanılabilir rüzgar enerjisi kapasitesinin 50.000 MW civarında olduğu hesaplanmış. Rüzgar enerjisinden yararlanma konusunda son yıllarda nispeten hızlı bir gelişme sağlanmış olsa da, var olan potansiyelle karşılaştırıldığında bu konuda daha çok çaba harcamamız gerektiği ortada. Görüldüğü gibi var olan rüzgar enerji kapasitemiz, topraklarımızda kurulması düşünülen nükleer santrallerin kapasitelerinin kat kat üstünde ve ülkemiz elektrik enerjisi ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayabilecek büyüklükte. Dört reaktörlü, yaklaşık 20 milyar dolara mal olan bir nükleer santralin toplam üretim gücü yaklaşık 5.000 MW. “OECD’nin yayınladığı ortalama maliyet istatistiklerine göre, 1 MW için rüzgar gülünde maliyet 1.900-3.700 dolar. Hidrolikte 1.500-3.000 dolar. ... Nükleerde 1.600-5.900 dolar.”**
Dolayısıyla elimizde değerlendirilmeyi bekleyen rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji gibi yenilenebilir kaynaklar bulunduğu halde, bu kaynaklardan yararlanmak için yeterli ve etkin bir çaba göstermeden nükleer santral kurulmasında ısrar etmek akılcı ve ahlâki değildir. Zira nükleer enerji pahalıdır, kirlidir, en önemlisi insan ve canlı hayatının bugününü ve geleceğini tehdit etmektedir.
*Ahmet İnsel, “Nükleer Santral Sevdası,” Radikal, 05.04.2011.
**Güngör Uras, “Nükleer Tartışmaları ile Günler Geçiyor Yakında Elektrik Sıkıntıları Başlayacak,” Milliyet, 21.03.2011.