Japonya’da birbirinin peşi sıra yaşanan devasa üç felaketin üzerinden çok zaman geçmedi. Oradaki insanlar henüz acılarını bir nebze olsun dindirebilmiş değil. Ama ülkemiz ve dünyamızın yoğun ve çoğunlukla “kirli” gündemi arasında bu vahim olay giderek daha az yer bulmaya başladı. Öte yandan bazı yöneticilerimizin, “uzmanlarımızın” yaptığı kimi yorumlar vicdan sahibi her insanın tahammül sınırlarını zorlayacak seviyede. Bendeniz elimden geldiğince, dilim döndüğünce, bu konudaki duygu ve düşüncelerimi yazarak, okuyanlarla paylaşmak istiyorum.
Bilindiği gibi 11 Mart 2011’de Japonya’da arka arkaya olağanüstü afetler yaşandı. Japonya önce dünyada bugüne kadar tespit edilmiş beşinci en büyük depremle sarsıldı. Japon yetkililer depremin büyüklüğünün Richter ölçeğine göre 9,0 olduğunu açıkladı. On binlerce insanımızın hayatını kaybettiği, yaralandığı, evsiz kaldığı 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ile bile kıyaslanamayacak, olağanüstü büyüklük ve şiddette bir depremdi bu... Kimi bilim insanlarının söylediğine göre büyüklüğü 600 atom bombası etkisine eşdeğerdi... Enerji Bakanı Taner Yıldız’a göre ise bu deprem, 30.000 atom bombasının meydana getireceği kadar büyük bir etkiye sahipti... Japonya 1 dakika 22 saniye boyunca 9,0 büyüklüğündeki depremle sallandı; ama başlangıçta çok büyük bir hasar ve can kaybı olmadı. Ta ki depremden dokuz dakika sonra, depremin tetiklediği, hızı saatte 500-600 kilometreyi bulan dev dalgalar yerleşim yerlerini vurmaya başlayıncaya kadar... Kapkara dalgalar koca koca evleri, arabaları, tekneleri, gemileri çöp gibi oradan oraya savurdu; binlerce insanı, canlıyı yuttu... Felaket bununla kalmadı. Japonya’da faaliyet gösteren 55 nükleer santralin bir kısmında sorunlar yaşanmaya başladı. Bu sorunlar, bir santralde tüm dünyayı tedirgin edecek düzeylere ulaştı. Deprem ve hemen arkasından oluşan tsunami, Fukushima Daiici nükleer santralindeki reaktörlerin soğutma sistemlerini çalışamaz hale getirdi. Aşırı ısınmanın ve deniz suyuyla soğutma çalışmalarının ortaya çıkardığı yüksek basınçtaki hidrojen gazının etkisiyle ardı ardına patlamalar yaşandı. Santraldeki görevlilerin tüm fedakârca gayretlerine rağmen, başta santralde çalışan ve santral çevresinde yaşayan insanlar olmak üzere, canlı yaşamını tehdit eden radyoaktif sızıntıya engel olunamadı. Çevrede yaşayan yüzbinlerce insan, başka yerlere nakledilmek zorunda kalındı.
Santralin kilometrelerce uzağında tek bir kişi bile bırakılmazken içeride hala cansiparane çalışmaya devam eden insanlar var... Bu insanlar radyoaktif sızıntıyı kontrol altına almayı, durdurmayı başarsalar bile muhtemelen kısa süre içinde hayatlarını kaybedecekler... Bunu sizden, benden iyi biliyorlar... Ama oradalar... Kendi yaşamları pahasına, hiç tanımadıkları başkalarının yaşamlarını kurtarmak için... Elbette bu insanların sevdikleri, onların yollarını gözleyen çoluk çocukları var... Onları oldukça acılı bir süreç bekliyor...
Japonya başbakanı Naoto Kan, Fukushima Daiici santralinde çalışanlara hitaben “Bu krizi çözebilecek yegane kişiler sizlersiniz. Geri çekilmek düşünülemez” demiş.
Onlar ölecekler...
En ölümcül deprem kuşaklarının, okyanusun ortasındaki Japonya’nın enerjiye ihtiyacı var...
Özellikle, tüketim çılgınlığına alıştırılmış, daha çok dünyanın kuzey yarım küresinde, nispeten refah içinde yaşayan insanların enerjiye ihtiyacı var...
Türkiye’nin de enerjiye ihtiyacı var...
Bunun için her türlü risk göze alınabilir... Birçok insanın, canlının, gelecek kuşakların yaşamları pahasına...
Çamaşırlarımızı, bulaşıklarımızı elimizi suya değdirmeden yıkamak, evlerimizi, sularımızı ısıtmak ya da soğutmak, (silah) fabrikalarımızı çalıştırmak, binalarımızı, şehirlerimizi, yollarımızı fütursuzca aydınlatmak, şehir içinde dört çekerli jiplerle gezinmek, ılık evlerimizde televizyondan, bilgisayardan ya da cep telefonundan deprem ve savaş görüntülerini naklen izlemek için enerjiye “ihtiyacımız” var...
Bunun için her yol mübah...
Yaşanan ölümcül kazalara, etkileri yüzyıllarca sürecek radyoaktif sızıntılara rağmen nükleer santraller inşa etmeye devam edebiliriz...
Öte yandan, nükleer enerji kullanan denizaltılar, savaş gemileri ve uçakları üretmeye, yaşam kaynaklarımızı, su, toprak ve atmosferi radyoaktif atıklarla kirletmeye devam edebiliriz...
Açlıkla, yoksullukla, adaletsizlikle, zulümle mücadele etmek yerine, insan emeğini ve trilyonlarca doları sorumsuzca silah yapımında harcayabilir, dünyadaki yaşamı onlarca kere yok edebilecek sayı ve kapasitede nükleer silah üretmeye ve bulundurmaya devam edebiliriz...
Böyle devam edersek, dünyanın sonunu getireceğimiz günler pek uzakta değildir...
İçimiz rahat olsun...
Ölenlerin ardından bir dua okuyup utanmadan yolumuza devam edebiliriz...