Evet, saygıdeğer okurlarım. İslamiyet'in zuhuruyla Mekkeli müşriklerin ağır baskısı altındaki Mekkeli Müslümanlar, doğup büyüdükleri memleketlerini terk edip Habeşistan'a veya Medine'ye göç etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Başta Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimizi ve ashabını bağrına basan ve Medine'ye kabul eden, hem de onlara her türlü yardım eden Medineli Müslümanlara da Ensar denir.
İslamiyet'in giderek yayılmasından korkan ve endişe eden Mekke'nin müşriklerinin çok ağır baskılarına, işkencelerine dayanamayan Müslümanlar ve Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz Miladi 622'de Mekke'den Medine'ye hicret etmişlerdir. Allah-u Teala Tövbe suresi ayet 20'de şöyle buyurmaktadır; "İnanan, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla Cihad edenlerin Allah katındaki mertebeleri pek çok büyüktür. Muradına erecek olanlar da onlardır." Yine Allah Zülcelal Hazretleri Tövbe suresinin 100. ayetinde şöyle buyurmaktadır; "İslam'ı ilk önce kabul eden muhacirler ve ensar ile iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş, onlar da ondan razı olmuşlardır. Allah onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları Cennet'ler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır." Evet, İslam tarihinde iyilik yolunda takva ve samimiyet yarışında önceliği elde eden ilk Müslümanlardan Allah Zülcelal Hazretlerinin rızası için her şeyini bırakıp Mekke'den Medine'ye hicret edenlere muhacir, muhabbet ve samimiyetle onlara kucak açıp ellerinden gelen her türlü yardımı esirgemeyen can siperhane karşılayan Medineli Müslümanlara da ensar adı verilmiştir.
Evet, Mekke'den hicret ederken beraberinde hiç bir şey getiremeyen muhacirlerin, geldikleri yere, yani Medinelilere alışmaları gerekiyordu. İşte Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz de Medinelilerin durumu iyi olanlarından gelen Mekkelilere yardım sağladığı gibi, hem onları birbirlerine kardeş yaptı. İşte Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimizin kurmuş olduğu bu kardeşlik müessesesi her türlü yardımlaşma esasına dayanıyordu. İşte böylelikle de Mekke'den gelen muhacirlerin yurtlarından dolayı duydukları üzüntü ve kederleri hafiflemiş oluyordu. Bu kardeşlik bağı neticesinde Medineliler gelen Mekkelilerden her birini yanlarına alıp bütün gelirlerine ortak edip beraber çalışıyorlardı. Hem de gelirlerini yarı yarıya bölüp paylaşıyorlardı. Durum öyle bir noktaya geldi ki, Medineli ensar kardeşliği paylaşmada zirveyi yakalayıp hurmalıklarını evlerini ve işlerini paylaşmaktan geri kalmıyor, Medineliler bu konuda birbirleriyle yarışıyorlardı. Evet, Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimizin muhacir ve ensar arasında kurmuş olduğu bu kardeşlik, Medinelilerin bütününe yayılmış oldu. Araplar arasındaki eski alışkanlıkları olan kabilecilik ve ırkçılık anlayışı bu kardeşlik anlayışı karşısında erimiş olduğu gibi, hem de örnek bir anlayış ortaya çıkmış oldu ve böylelikle de Medine'de olan kabilelerin birbiriyle de kaynaşmasına aralarındaki uyumun oluşmasına vesile olmuş oldu.
Evet, Mekkeliler ve Medineliler bu örnek yardımlaşma ve dayanışma işte o günün insanlarına olduğu gibi, ondan sonra gelecek insanlarına da çok güzel bir örnek oldu. Evet, zulüm ve kötülüğün yaygın olduğu ortamdan kendilerini arındırıp, imanlarını muhafaza edenleri muhacir, maddi manevi olarak sıkıntıda olan insanlara el uzatıp dertlerini paylaşma, kadirşinaslığını gösterenleri de ensar olarak isimlendirebiliriz. Yüceler yücesi Allah-u Teala da Kuran-ı Kerim'in Enfal Suresi ayet 74'te aynen şöyle buyurmaktadır; "İman edip de hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onları bağırlarına basanlar ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Bağışlanma onlar için büyük lütuf onlar içindir."
Evet, ayeti kerimide de samimiyetlerini muhafaza ederek inançları uğrunda fedakarlıkta bulunan müminleri Allah Zülcelal Hazretlerinin bizzat mükafatlandıracağını anlamış oluyoruz. Şöyle ki göç eden muhacirler ve çok can siperhane misafirperver olan ensar Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimizden aldıkları öğütleri bizzat hayatlarında uygulamaları sebebiyle işte ilahi övgüye layık olmuşlardır. Kuran-ı Kerim'in ifadesiyle Allah onlardan hoşnut olduğu gibi, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte bu hoşnutluğun neticesi de Allah-u Teala'nın mükafatına mazhar olmaktır. Esasında Allah-u Teala'nın hoşnutluğu başlı başına çok büyük bir onur ve eşsiz bir şereftir.
Evet, onların hoşnut olmaları da onun her yaptığının yerinde olduğuna inanmaları, verdiklerine şükretmeleri ve bizzat emirlerinin gereğini yerine getirmeleridir. Böylece karşılıklı hoşnutluk ve rıza ortaya çıkmış oluyor ki, buda Allah'ın rızasının bu yoldaki bütün müminleri kuşatacak olmasıdır.
Saygılarımla.