Allah Zülcelal Hazretleri Kuran-ı Kerim’in Hut Suresi 6. Ayetinde şöyle buyurmaktadır; “Yeryüzündeki bütün canlıların rızkı Allah’a aittir. Yeryüzünde ne kadar canlı varsa hepsinin rızkı ancak Allah’a aittir. O onların sabit kalacak yerlerini de bilir. Emanet bulundukları yerde hepside apaçık bir kitaptadır” buyurarak kullarının bu hususta hiçbir suretle endişe etmemelerini istemiştir. Şunu da açıkça ifade edeyim ki ancak birçok hikmete binaen rızkı kulları arasında farklı farklı taksim etmiş, kimine az, kimine çok vermiştir. İşte kanaatte burada ortaya çıkmaktadır. Yani kendisine az verilen buna razı olacak, malın çokluğuna tamah ederek haksız kazanç yollarına yönelmeyecektir. Allah’ın verdiği zengin olan da şımarık, kuruntu ve cimrilik etmeyip aç gözlülükten kaçınarak malının hakkını vermelidir.
Kanaat sadece fakirlere mahsus bir haslet değildir. Bu hususta zenginler çok zaman fakirlerden daha muhtaç duruma düşmektedirler. Çünkü servet arttıkça beraberinde mal sevgisi, hırs, ihtiras, tamahta artmaktadır. İnsanoğlu ne kadar çok kazansa bununla yetinmeyip daha fazla kazanmak için çabalar ve mal yığmaya başlar. Yunus Emre’nin şu güzel sözüne kulak vermemiz gerekmez mi? “Kem tamahlık eyleme, aklın sana yar ise.”
Şuda bir gerçektir ki ister fakir olsun, ister zengin, kanaate sahip olmayan kimseler dünyanın cazibesine kapılır da esasında kendisine gerek olan ahret hazırlığını unutur. Böylece iki cihanda da kaybedenlerden olur.
Yukarıda ayeti kerimede de açıkça beyan ettiği gibi yeryüzünde bulunan bütün canlıların rızıkları yiyecekleri içecekleri Allah-u Teala tarafından verilir. Şüphesiz bütün canlıların gıda alarak yaşaması Allah’ın takdiri iledir. Şunu iyice bilmemiz gerekir ki Allah-u Teala bütün bu canlıların durdukları yerleri, analarının karınlarında geçici bir süre için kalışlarını dahi bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitapta yazılıdır. Kimin ne zaman doğacağı, ana karnındaki halinin ne olacağı ve doğduktan sonra hayatını ne ile besleneceği Allah-u Teala tarafından tespit edilmiştir.
Mevlana Celalettin Rumi Hazretleri de şöyle der; “Rızıklar denizini bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır? Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su. Harislerin dünyayı çok sevenlerin göz testileri hiç dolmaz. Sedef kanaatkar olmazsa içinde inci meydana gelmez.” Mesnevi Beyt 20-21
Açıkça ifade edeyim ki testisini taşırdığını fark etmeden daha çok su alma hırs ve ihtirasına kapılan kimse, hem yaratılış maksadını unutur, hem de çok yanlış yollara sapar ve kendisini mahvedip çokta yazık etmiş olur.
Allah Zülcelal Hazretleri Kuran-ı Kerim’in Ezzariyat Suresi ayet 56-58’de şöyle buyurmaktadır; “İnsanları ve cinleri yalnızca bana kulluk etmeleri için yarattım. Onlardan ne herhangi bir rızık, ne de beni doyurmalarını istiyorum. Şüphesiz Allah bol bol rızık veren ve çok kuvvetli olandır” buyurmak sureti ile insanların yanlış davranışlarını belirtmektedir. Bu sebeple İslam ahlakının en büyük esaslarından biri olan kanaatin Peygamber (S.A.V.) Efendimiz övmüş ve bizleri de açıkça teşvik etmiştir. Bir insanın malı ne kadar çok olursa olsun, gerçek zenginliğin kanaat olduğunu bildirmiştir.” Buhari Rikak 15
Yine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz; “Nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut olan kimseye dünyanın bütün iyilikleri verilmiş bulunduğunu söylemiştir.” Tirmizi Zühd 34
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz diğer bir hadisinde de şöyle buyurmuştur; “Müslüman olan kendisine yeteri kadar rızık verilen ve elindeki nimete karşı Allah’ın kanaat sahibi kıldığı kimse, şüphesiz kurtuluşa ermiştir.” Müslim Zekat 125
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz başka bir hadisinde de Şükür ve sabır ehlinin hakiki vasıflarını şöyle sıralamıştır; “dindarlıkta kendinden üstün olana bakıp ona uymak, dünyalıkta ise kendinden aşağı olana bakıp Allah’ın kendine verdiği üstünlüğe hamd etmek, böyle yapanları Allah şükredici ve sabredici olarak yazar. Kimde dindarlıkta kendinden aşağı olana dünyalıkta ise kendinden üstün olana bakar da elde edemediğine üzülürse, Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz.” Tirmizi Kıyamet 58
İnsanoğlunun sahip olduğu malların hesabını vermek gerektiğini hiçbir zaman unutmaması gerekir. Allah-u Teala kullarına ihsan ettiği her nimetin nerede ve nasıl kullandığını soracaktır. Bu nedenle de malın çokluğu o nispetle de mesuliyetin ağırlığını getirmektedir. Bu husustaki en güzel ölçüyü Peygamber (S.A.V.) Efendimizin şu mübarek hadisinde görmekteyiz; “ Ey Ademoğlu. İhtiyacından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin için daha hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan bu senin için zararlıdır. İhtiyacın kadar mala sahip olmaktan dolayı Allah katında sorumlu tutulmazsın.” Müslim Zekat 97
Esasında insanlar belki almanın daha hayırlı olduğunu sanırlar. Oysa ki vermek çok daha hayırlı ve daha da üstündür. Aslında vermek hem de kanaat ehli olmaktan ileri gelir. Kanatın ne olduğunu bilmeyen bir insan dünyaya sahip olsa dahi kimseye bir çöp bile vermek istemez. Böyle bir şeyi aklından ve gönlünden bile geçirmez. Çünkü bu bir ruh ve gönül terbiyesini gerektirir.
Yazıma Mevlana Hazretlerinin güzel bir deyişi ile son veriyorum; “Kanaate ermekle hiç kimse canından olmadı. Hırs ile de hiç kimse Sultan olmadı. Allah ekmeği domuzlardan köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur insanların kazancı değildir. Sen nasıl rızka düşkün rızkı arayan bir aşık isen, rızıkta sana aşıktır. Sen rızkın peşinden koşmasan da o senin kapına gelir. Fakat sen onun peşinden koşarsan başına bela olur, sana ızdırap verir.” Mesnevi 2398, 2401
Öyle ya Allah-u Teala kullarının kanaat sahibi olmalarını istediği için verdiğine razı olmayıp diğer insanlardan bir şeyler isteyen kimseleri sevmez. Saygılarımla.