12 Ağustos 2009 tarihli Radikal’de ilgi çekici iki haber yayımlandı. Manisa’nın Aydınlar köyünde yaşayan bir inek 1942 yılında, “içinden gelen özgürlüğün sesine uyup” sürüyü terk etmiş. “Sahibinin” ve köylülerin tüm çabalarına rağmen de köye dönmemiş. Köyden dağa otlamaya gelen sürülerin içindeki boğalarla çiftleşerek zamanla “yabani bir inek kolonisinin” oluşmasına yol açmış. Geçen 67 yıl içinde yabani ineklerin sayısı 1500’ü bulmuş. Anlaşılan, köyde yaşayan insanların çoğu bu durumdan şikâyetçi değiller. Öbür türlü yabani inek nüfusu bu kadar artmayabilirdi. “İnsanların çoğu” dedim, çünkü bir kısım insan, avcılar, Manisalı kasaplar ve lokanta işletmecileri inekleri kaçak olarak avlamaya başlamışlar; bazı insanlar da kurban bayramlarında bu inekleri yakalayıp pazarda satmaya çalışmışlar. Köy muhtarı ve köy halkından bazı insanlar bu durumdan şikâyetçi olup ineklere sahip çıkmışlar. Mahkemelerde davalar açılmış ama henüz sonuçlanmamış. Köy muhtarı ve aynı zamanda dağa kaçan ineğin sahibinin torunu olan Şaban Kazak “Biz elimizden geldiği kadar jandarmayla işbirliği içinde yabani inekleri korumaya çalışıyoruz. Ancak bu konuya devletimizin de el atmasını istiyoruz. Bu inekleri koruma altına almak zorundayız” demiş. Bunun üzerine Manisa İl Genel Meclisi Başkanı Dursun Ali Yıldız, beraberinde bir heyetle köye gelip incelemede bulunmuş. Başkan Yıldız yabani inekleri “doğa harikası” diye nitelendirmiş ve onları koruma altına alabilmek için gerekli çalışmaları yapacaklarını müjdelemiş.Diğer haber Aydın’ın Söke ilçesine bağlı Avşar köyünden. Avşarlıların konukseverliğinden çok memnun kalan leylekler, Avşar köyündeki nüfuslarını hızla arttırmaya başlamışlar. 80 olan leylek nüfusu 8 Ağustos 2009’da birden 430’a çıkmış. Leyleklerin bir kısmı elektrik tellerine konunca yaşamlarını kaybetmişler, üstelik köyün trafosu da patlamış. Köylüler, arızayı gidermeye gelen görevlilerin “sizin leyleklerinizle mi uğraşacağız” demelerine çok içerlemişler. Demişler ki “Leyleklere pasaport mu soracaktık? Her telef olan leylek yüreğimizi yaralıyor. Gerekirse leylekler gidene kadar elektrik vermesinler, gaz lambasıyla idare ederiz!” Avşar muhtarı Kerim Uyanık da “Leylekler burada olduğu sürece konuğumuz. Elektrik tellerinin yalıtımının yapılması veya yeraltına alınması gerek. Nisandan beri 23 leylek elektrik telleri nedeniyle telef oldu. Daha kaç leyleğin telef olması bekleniyor önlem alınması için?” diye adeta feryat etmiş. İki farklı yerde geçse de bize yaşamın güzelliğini duyumsatan iki hoş olay var karşımızda. Birincisi gerçekten ilginç, benzerine zor rastlanır bir olay. Bazı burnu büyük insanlar tarafından anlaşılmaz biçimde “aptallığın” veya “bilinçsizce ders çalışmanın simgesi” kabul edilen ineklerden biri “rahat yaşamını” terk edip dağa kaçıyor. “Sahibi” onu “evine” döndürmek için uğraşsa da başarılı olamayınca vazgeçiyor. Oysa pekâlâ, o da avcılar, kasaplar ve lokanta işletmecileri gibi düşünebilir ve bu “özgürlüksever ineği” yakalayıp kesebilir, sütünden olmasa bile etinden ve derisinden istifade edebilirdi. Ve bugün sayısı 1500’e ulaşan yabani bir inek kolonisi olmazdı. Köy muhtarı ve halkı da bu inekleri yalnızca bir et ve para kaynağı olarak görebilirlerdi ve bu “doğa harikası” yine ortaya çıkmazdı. Peki, sizce, bu “özgürlüksever inek” mi aptal, onu dağda bırakan “sahibi” mi, yabani inek sürüsüne sahip çıkan köy halkı mı, yoksa bu “kaynağı” hemen paraya çevirmeye istekli olanlar mı? İkinci olayda “mağdur olan” iki grup insan var; bir yanda arızayı gidermek zorunda kalan elektrik şirketi yetkilileri, öbür yanda elektriksiz kalan köy halkı. Yetkililer “sizin leyleklerinizle mi uğraşacağız” diye tepki gösteriyorlar. Mealen, “leylekleri ‘temizleyin,’ sizin elektriğiniz kesilmesin, biz de buraya gelmek zorunda kalmayalım” demeye getiriyorlar. Ama insancıllıklarını yitirmemiş köylüler “gerekirse leylekler gidene kadar elektrik vermesinler, gaz lambasıyla idare ederiz” deyip asıl mağdur olan leyleklerin yanında yer alıyorlar. Köy muhtarı her iki insan grubunu tatmin edecek ve leyleklerin yaşamını kurtaracak makul bir çözüm sunarak “Leylekler konuğumuzdur. Ya elektrik tellerinin yalıtımı sağlansın ya da yeraltına alınsın” diyor.
Biz insanlar, bazılarımızın yanılarak sandığı gibi, doğanın efendisi değil, tıpkı inekler, leylekler gibi, onun yalnızca bir parçasıyız. Uzun zamandır yaptığımız gibi, konforumuz için yeryüzünde, doğada her şeyi yapma hakkını kendimizde görür, daha çok üretip tüketmeyi marifet saymayı sürdürür ve parayı bir araç değil amaç olarak algılamaya devam edersek, bizler için adeta bir armağan olan dünyayı cehenneme çevireceğimiz günler çok uzakta değildir. Var olan yaşam koşulları bu korkunç geleceği görmemize engel olabilir. Bu özellikle doğadan uzaklaşan, eli, gözü toprağa, ağaca, nehre, hayvana değmeden şehirlere hapsolan insanlar için böyledir. Zaten yukarıdaki örnekler de bunu doğrulamıyor mu?