Bizi yoktan var eden ve birçok nimetler bahşeden yüce rabbimize saygıyı ve tazimi ifade eden hareketlerde bulunmak aynı zamanda da vermiş olduğu nimetlere karşı şükretmek elbette ki bir vazife olduğu gibi hem de bir borçtur.
Allah (ZC) hazretleri bir takım dini hikmet ve maslahatlar ( iyilik yolu, fayda) (için bizlere bizzat ibadet ediniz.) emretmektedir. Açıkçası ibadet hem de dini bir vazifedir Allah (ZC )hazretlerine ait bir haktır. Ve ibadetlerin nasıl yapılacağını, Allah’ın emri olarak peygamberimiz (sav9 efendimiz açıkça beyan etmiştir. İşte bundan ötürüdür ki, ibadet ne artar ne de eksilir. Yani zamanın değişmesiyle de hiçbir zaman değişmez. Allah’u Teâlâ nasıl emretmiş ise peygamber (sav) efendimiz nasıl göstermişse aynen öyle yapılır.
Ancak muamelat (İnsanlar arasındaki işlere müteallik olan hükümler) böyle olmadığından içtihadı (dinin esaslarını bilen, din âlimlerinin ayet, hadis ve kıyasa uyarak Müslümanlığa ait meseleleri tayin için güçlerinin yettiği kadar çalışmaları) olup da nass ( ayet, hadis, anlatış da açıklık) olmadığı yerlerde örfe müslenid iseler işte onlar zamanla mekân ile örf ve adetle değişebilir.
İbadet esasında üç ana maksat ve düşünce ile yapılır.
1- Allah (ZC) hazretlerine ancak Allah olduğu için yani ibadete saygıya sevgiye ve tazime layık olduğu için ibadet etmek eftaldır ve bir borçtur. Yoksa cennet ümidi, cehennem korkusu gibi yapılan ibadeti hiç düşünmeden yapılan ibadet en eftal ve yüksek derecede budur. (Yunus’un söylediği gibi ben ne huri isterim, ne kılman, nede cennet, bana seni gerek seni) diyor ya.
2- İkincisi ise Allah’u Teâlâ emrettiği için ibadet etmek. Yani vazifeyi vazife olduğu için yapmaktır ki bunun derecesi birinciye göre aşağıdır. Ama yine de birinciye yakındır.
3- Allah’ın emrini cennet ümidi ve yahut ta cehennem korkusu ile ibadet etmek ise bir nevi sonradan ele geçecek bir menfaat düşüncesi ile ibadet yapmaktır. Gerçi farzlar yapılmış ve Allah’ın emri yerine getirilmiş olur. Ancak bir insan ki hiçbir şey düşünmeyerek sırf yapılan ibadeti Allah için yapmaya çalışmalıdır. İbadetin ruhu da işte budur. Öyle ya mademki biz kuluz, o Allah ki bizi yaratmıştır, biz insanların ona karşıda boyun eğmemiz onun huzurunda yerlere kapanmamız gerekmez mi? Bunu yapmakla da sadece vazifemizi yapmış oluruz. Evet, Allah’ın bizim ibadetimize göre sevap vermesi bizim günahlarımızı affetmesi, azaptan koruması, bizim için bir lütuf ve ihsandır.
4- Bir de bizlerin bu dünya için, ibadetimizin dünyevi faydalarını düşünerek ibadet etmek var ki bu da ibadetin dördüncüsü ve de en aşağı derecesidir. Gerçi buna ibadet bile denmez bu hususta ( tahtavi ) hazretleri birinci, derecenin en yüksek ibadet olduğunu cennet ümidi ve ya cehennem korkusu ile yapılan ibadetin ise normal vasat olduğunu söylerken, dünya için yapılan ibadetin ise en aşağı bir ibadet olduğunu beyan ediyor.
Esasın da işlem da ibadet iki surette yapılır. Birincisi beden ile yani namazını kılması ve orucunu bizzat kendisi tutması gerekir. Yani başka birinin yerine ne namaz kılınır ne de oruç tutulur bunlar caiz olmaz.
İkincisi ise mal ile yapılan ibadetlerdir ki yani birincisini vekil tayin etmek caiz olur. Mesela zekâtını vermek için birini tayin edeceğin gibi hac için de imkânı olup ta her hangi bir özründen dolayı hacca gidemeyenler başka bir Müslümanı hac vazifesini ifa etmesi için gönderebilir. Çünkü namaz, oruç, zekât, hac farzı ayındır. Fakat ibadetlerin en şereflisi de namazdır. Namazında birinci şartı da temizliktir. Yani temizliğe riayet çok önemlidir. Saygılarımla.