Vakti zamanında dinini ve İslamiyet’i hakkıyla ve layıkı gibi bilmeyen ve kendisine çok kuvvetli bir Müslüman sanan cahil bir yeni çeri Ramazan ayında oruç tutmaya başlamış. Fakat oruca dayanamamış, vakti geçirmek için yatağını sermiş ki uyuya ve böylelikle kendisinin rahatlayıp akşam edeceğini düşünmüş ve yatağına da yatmış. Tam uykuya dalacağı bir anda sokakta bir eskici Yahudi eskiler alıyorum diye bağırmaya başlamış. (Eskiden Yahudiler çok fakirlermiş ve eskicilik yaparlarmış. Benim ihtiyarlardan dinlediğim mahalle arasında eski toplayanların hepsi Yahudilermiş Şimdi ise Dünya’ya hakimler ve çokta zenginler.)
Evet eskici Yahudi mahalle arasında avaz avaz haykırarak bağırıp çağırıyor, eskileri alıyorum diye. Yahudi’nin bu sesine yeniçeri uyanmış ve saate bakmış ki daha akşama 3 saat var. Oruç ve uyku sersemliği ile kalkmış kapıya koşmuş. Yahudi’ye; “Ulan cıfıt, bir daha bu mahalleden geçersen seni gebertirim. Kaybol git, defol” diye bağırmış.
Eskici Yahudi ise hilkat ve cibilliyeti gereği aşağıdan alarak; “Peki abi. Bir daha bu mahallenin bu sokağından geçmem” diye sessizce çekilip gitmiş.
Olacak bu ya, bizim yeniçeri ertesi gün şehrin başka mahallesinde oturan bir akrabasına misafirliğe gitmiş. Orada öğleden sonra oruç başına vurduğu için oruca dayanamayan yeniçeri, ev sahibinden müsaade alarak biraz yatıp istirahat etmek istemiş ve münasip bir odaya yatak serilip yatırılmış.
Eskici Yahudi ise şehrin bu mahallesinde eski toplamak için kendi bulunduğu mahalleyi o yeniçerinin korkusundan değiştirerek bu mahallede eski toplamaya başlamış ve eskici, eski alıyorum diye avaz avaz bağırmaya başlamış. Yeniçeri tam uykuya daldığı bir esnada yine eskici Yahudi’nin sesine uyanmış ve oruca tahammülsüzlüğü uyku sersemliği ile kılıcını kaptığı gibi sokağa fırlamış. Eskici Yahudi’nin yakasından tutarak; “Ulan ben sana avaz avaz bağırıp beni uyandırırsan seni gebertirim demedim mi?”
Eskici Yahudi tabi bu beklenmedik karşılaşmadan şaşırarak yakasını kurtarmak için kendisini şöyle savunmuş; “Kızma be abi. Sen bana öbür mahalledeki sokaklardan bir daha geçip bağırma dedin. Ben de senin bulunduğun mahalleyi bıraktım bu mahalleye geldim. Ama ben senin bu mahallede olduğunu nereden bilebilirdim? Madem ki sen buradasın ben bir daha bu mahalleden de geçmem, eğer geçersem iki ayaklarım da kırılsın, iki gözüm de kör olsun” diye yeminleri etmeye başlayan Yahudi yeniçeriyi teskin etmeye çalışır.
Ama uykudan uyanması orucun vermiş olduğu sersemlikle yeniçeri Yahudi’yi kılıcının arkasıyla dövmeye başlar ve birkaç vuruşta Yahudi’yi yere düşürür. Gırtlağına kılıcı dayayarak; “Ben senden şimdi bir şey istiyorum. O da Müslüman olmandır.”
Gırtlağında kılıcın keskinliğini hisseden Yahudi, işin şaka tarafının olmadığını anlayarak hemen teklifi kabul ederek; “Peki be efendi abi. Başım üstüne emrin üzerine emret Müslüman olayım”
Yeniçeri bu hale memnun olarak; “Haa şöyle, şimdi tamam. Sen beni de memnun ettin.”
Yahudi; “Müslüman olmak için ne söyleyeyim be abi.”
Yeniçeri kılıcını Yahudi’nin gırtlağından çekip kınına koyup bir süre düşündükten sonra; “Vallahi Müslüman olmak için bir şeyler söylüyorlar ama onu bende bilmiyorum.”
Yahudi korka korka yeniçeriye; “Bilmediğin bir şeye beni niye zorluyorsun be abi” deyince, yeniçeri; “Tamam hatırladım. Kalk seninle şehrin müftüsüne gidelim. O ne söyleyeceğini bilir.”
Bu hikayeden de anlaşıldığı gibi insaf ile düşünürsek gerçek payı büyüktür. Çoğunlukla din konusunda bildiklerimiz bu yeniçeriden üstün veya fazla da değil. İslam’ın ve imanın şartlarını tam ve eksiksiz sayabilecek insanlarımız ne yazık ki çok azınlıktadır.
Efali mükellefini, edille-i Şeriyeyi, sorun bakalım bir maktup cevap alacak mısınız? Şunu da açık söylemek gerekirse namazın farzlarını, vaciplerini ve sünnetlerini tam eksiksiz söyleyebilecek kaç kişi çıkar?
Evet efendiler, dinimiz tevhit dinidir. İslam dini Allah Zülcelal Hazretlerinin razı olduğu bir dindir. Yerlerin ve göklerin, görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen alemlerin Rabbi ve mürebbisi indinde din olarak yalnız ve yalnız İslam dini vardır. İslam’dan başka din arayan ne yazık ki dinsiz kalır ve büyük bir hüsrana uğrar.
Şunu açıkça ifade edeyim ki Hz. Musa A.S.’a verilen Tevrad’ın, Hz. Davut A.S.’a verilen Zebur’un, Hz. İsa A.S.’a verilen İncil’in ve diğer peygamberlere verilen suhuf olarak verilen 100 sayfanın özü ve özeti son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimize verilen Kuran-ı Azim’i Burhan’dır.
Biz Müslümanlar Allah Zülcelal Hazretlerine tevhid eder, onun varlığına ve bir oluşuna imandan sonra onun meleklerine, inzal buyurduğu kitaplarına, suhuflarına ve bütün Adem A.S.’dan sonra bizim Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimize kadar gelmiş bütün peygamberlerine inanırız, iman ederiz, yani dilimizle ikrar ve kalbimizle tasdik ederiz. Allah Zülcelal Hazretleri Kuran-ı Kerim’in Hicr Suresi Ayet 9’da bu Kuran-ın kıyamete kadar muhafızı benim der. Allah Zülcelal Hazretlerinin muhafaza ettiği Kuran-ı Kerim’i değiştirmek kimin haddine! İlk nuzurundan 1400 sene geçmesine rağmen hiçbir harfinde değişiklik olmamıştır ve olamaz. Ama diğer gönderilen kitapların ve suhufların aslı ne yazık ki mevcut değildir.
Büyük bir şairin şu şiiriyle yazıma son veriyorum.
Fena diye geldi dehre gelenler,
Bu sözümden hisse alsın alanlar,
Mecnun gibi özün bunda bulanlar,
Mevla’sını arar, Leyla’yı neyler.
Asla zahmet vermez kendine akil,
Elbette bellidir sohbette kamil,
Mana ne olduğunu bilmeyen cahil,
Faydasız kuru davayı neyler.
Saygılarımla.