On sekiz yaşımda dünyaya baktığımda gördüklerimle, on yedi yaşımdayken gördüklerim arasında dağlar kadar fark vardı. Artık doğruyu bulduğuma kuvvetle inanıyordum.
Peki bu nasıl olmuştu? Ne olmuştu da benim ilk gençlik yıllarımda edindiğim dünya görüşümü artık beğenmez olmuştum?
Şimdi düşündüğümde, bunun nedenlerini daha iyi görebildiğimi sanıyorum.
Daha önce mahallemizde yaşadıklarımızdan söz etmiştim. Mahalledekilerin çoğunun görüşlerine taban tabana zıt görüşleri savunmama rağmen kimse bana sırtını dönmemişti.
Ama benim o zamanlar benimsediğim dünya görüşünü savunanlar, daha doğrusu benim tanıdıklarımın önemli bir kısmı, başka görüşlere karşı o kadar da hoşgörülü değillerdi. Onlara göre, örneğin sosyalizm isteyenler varsa ülkeyi terk etmeli, Moskova’ya gitmeliydiler. “Beyni yıkanmış dine inanmayan kafirlerin” katli vacipti. Kız çocuklarının, devletin zorunlu tuttuğu ilkokuldan sonra öğrenim görmelerine gerek yoktu; çocuk yaşta babaları yaşlarındaki insanlarla bilmeden, sevmeden evlendirilmeleri, çocuk büyütmeleri normaldi. Kadınlara köle gibi davranmakta bir sakınca yoktu; onların “sırtlarından sopayı, karınlarından sıpayı” eksik etmemek gerekirdi.
Bu insanların, okullardan daha çok önemseyip değer verdiği Kuran Kurslarından birine uzun süre devam ettiğimi söylemiştim. On yedi yaşımdan önce benimsediğim dünya görüşünü artık beğenmeyişimde Kuran Kursunda aldığım eğitimin de payı olduğunu düşünüyorum. O zaman şimdi olduğu kadar farkında değildim ama, Kuran Kursu’ndaki eğitim yöntemi ve hocaların biz çocuklarla kurduğu iletişim biçimi inanılır ve dayanılır gibi değildi. “Seni orada ne tuttu” diyenlere verilecek cevabım var: biraz merak, biraz yakın çevremde Kuran okumayı öğrendiğim için takdir edilip gururumun okşanması, biraz da korku…
Geçici olarak gelip gidenlerin dışında Kuran Kursu’nda iki esas hoca vardı. Bunlardan biri Kuran okumayı öğretiyordu. Diğeri de İslam dininin gereklerini ve kurallarını anlatıyordu. İki hoca da, özellikle de din dersi hocası ders boyunca hiç gülmezlerdi. Kuran hocası, “disiplini sağlamak için” yanında taşıdığı uzunca bir yaş çubuğu kullanırdı. Diğeri ise pek sık sesini yükseltir ve ara sıra “beş kardeşi” kullanırdı. Din dersi hocasından çok korkardım. Ama onun söylediklerini gerekçelendirmek için başvurduğu akıl yürütmeler ve benzetmeler, o zamanki çocuk aklımızla bile çürütebildiğimiz türdendi. Özellikle din dersi hocası soru sormamızdan hoşlanmazdı. Bizden soru almak yerine kendisi sorar, kendisi cevaplardı. Zaman zaman dini öğretileri eleştiren, onlara karşı çıkan “kafirler” olduğundan söz eder ve gıyaplarında onları aşağılardı. Yaz sıcağında, son derece monoton ve o yaştaki çocuklar için oldukça soyut kalan, boğucu ve sıkıcı derslerdi. Ana baba ve hoca korkusunu yenebilmiş birçok arkadaşımın kurstan sık sık neden kaçtıklarını bugün çok daha iyi anlıyorum.
 
Eski dünya görüşümü terk edip yeni bir dünya görüşünü benimsememe yol açtığını düşündüğüm nedenleri didiklemeyi haftaya sürdüreceğim…