Futbol takımının adı “Devrimspor” olan bir mahallede sağ görüşlü, sağlam karakterli bir babanın ve yine sağlam karakterli, sosyal ve oldukça mütedeyyin bir ananın çocuğuydum. Çocukluğumda bizim mahallede neredeyse tüm çocuklar ve gençler “devrimciydi.” Mahallede baskın görüş olan “devrimciliğe,” sırf inadına ve iflah olmaz bir biçimde muhaliftim. Babam iyi bir insandı, ama hasbelkader Adalet Partiliydi. Biraz babamın ve Demirel’in o zaman Başbakan olmasının, daha çok da oldukça küçük yaşlarda oluşmuş inatçı ve muhalif “kişiliğimin” etkisiyle tüm sol argümanlara karşı, ezbere, ama inatla ve ödünsüzce Demirel’i savunurdum. Muhalefet etmek o kadar kişiliğimin bir parçası haline gelmişti ki, örneğin ben ortaokul ikinci sınıftayken, bir grup lise öğrencisi Türkçe dersinde sınıfımıza girip “12 Mart 1971 cuntasında yitirilen devrim şehitlerini anmak için” öğretmenimizden izin isteyip sınıfı saygı duruşuna kaldırmak istediğinde bu “emre” sınıfta bir tek ben uymamıştım. Bazı “dostça uyarılar” geldi ama buna rağmen mahallede kimse beni dışlamadı. Adımın “Demirel”e çıkması dışında --ki bu bile benim için o zaman bir sorun değil aksine gizli bir gurur kaynağıydı-- mahalle arkadaşlarımla önemli bir sorun yaşamadım; hele bana karşı bir ayrımcılık yapıldığı duygusunu hiç hissetmedim.
Arkadaşlarımın çoğu bir yolunu bulup kaçtığı halde ben üç dört yıl yaz tatillerinde disiplinli bir biçimde Kuran Kursu’na gittim ve Arapça öğrenmeden Kuran’ı defalarca hatmettim.
Daha çok ailemin etkisinde kalarak ve ne olduğumu tam bilemeden, nispeten tutucu sayılabilecek bir insan olmuştum.
Nasıl oldu da İmam Hatip Lisesi’ne gitmedim, bugün şaşırıyorum. O zamanlar İmam Hatip Lisesi mezunlarının üniversite sınavında katsayı gibi bir sorunları da yoktu; düz lise mezunları ile aynı koşullarda yarışıyorlardı. O sıralar müftü olmayı düşündüğüm halde, ailem ve başkaları İmam Hatip Lisesi’ne gitmemi önerdiklerinde buna neden şiddetle karşı çıkmıştım?
Bunu söylerken, “iyi ki de İmam Hatip Lisesi’ne gitmemişim, hayatım kurtuldu” demek istediğim sanılmasın. İmam Hatip Liseleri’nden mezun olup, benden daha iyi insanlar olduğunu düşündüğüm pek çok insan tanıdım. Ben, ana ve babamın da teşvik etmesine, hedeflerim ve hayatımın gelişme biçimiyle daha iyi örtüşüyor görünmesine rağmen İmam Hatip Lisesi’ne gitmeyi nasıl olup da reddettiğimi sorguluyorum.
Bugün düşündüğümde aklıma bazı nedenler geliyor. Bu karşı çıkışın altında yatan nedenlerden en önemlilerinden biri, başta anam ve babam olmak üzere yakın çevremdeki insanların, “Demirelciliğime” rağmen beni dışlamayan “devrimci” mahalle arkadaşlarımın ve mahalle dışından edindiğim dostlarımın, Ünal Dutlu ve bazı başka öğretmenlerimin, beni el üstünde tutan birçok akrabalarımızın ve aile dostlarımızın, Besni Eczanesi’nde çalıştığım yıllarda tanıma şansını yakaladığım Besnili ve Besnili olmayan birçok değerli insanın, pek çok kaliteli Besni esnafının, bugün çok daha iyi takdir edebildiğim hasletleriydi… Tüm tutucu görüntüme karşın, onlardan aldığım feyizle, farkında olmadan özgüveni yüksek, kendine ait kararları kendisi alabilen, nispeten özgür bir birey olmuştum. Sekiz dokuz yaşımdan itibaren, etrafımdaki çoğunluğun “devrimciliğine” karşı çıkıp, nasıl inadına --ve ne yazık ki-- “Demirelci” olduysam, içinde bulunduğum koşullara, ailemin teşvikine ve hayatımın gelişme çizgisine karşı durmuş, İmam Hatip Lisesi’ne gitmeyi reddetmiştim.
On yedi yaşımda Besni Lisesi’ni bitirip Ankara’ya, hem de bizim Besni’deki mahalleden bile daha “devrimci” ve üniversite yerleşkesi içinde bulunan Jandarma Karakolu’nun meşhur komutanı Mustafa başçavuşun yurtlara askerlerle birlikte yaptığı gece yarısı baskınlarına rağmen daha özgür bir ortama sahip bir üniversiteye girmek yaşam çizgimin istikametinin değişmesine yol açtı. Elbette yeni bir değerler çatışması yaşanılması kaçınılmazdı…