Uzunca bir aradan sonra yeniden merhaba... Bu haftadan başlayarak ve zaman zaman kendi yaşamımdan kesitler de sunarak, “dünya görüşü” kavramı hakkında zihnimde yer alan düşünce kırıntılarını sizinle paylaşmak istiyorum. Okuyanlarda, yazının başlığı olarak seçtiğim önermenin haklı olabileceğine dair bir izlenim uyandırabilirsem ne ala…
Bir düşünüşe göre atlar “sorunsuz” biçimde --tabii ki insan için sorunsuz-- hedeflerine doğru ürkmeden koşabilsin diye atların göz hizasına takılan korumalığa at gözlüğü deniliyor. Başka bir görüşe göre ise eskiden değirmenlerde çalıştırılan atlar sürekli çember çizdiklerini anlamadan “işlerini kuzu kuzu yapsınlar diye” takılırmış, bu alet. Her iki kullanımda da insanların işlerini kolaylaştırmak için atların algılarını daraltmak ya da değiştirmeye çalışmak söz konusu... İşte muhtemelen aracın bu kullanımlarından esinlenilerek birçok “entelektüel” tartışmada da rastladığımız, sıkça başvurulan mecazi bir deyim ortaya çıkmış: “(bir şeye) at gözlüğüyle bakmak...” Demek istenilen, bazı insanların etraflarında olup bitenleri, fazla sorgulamadan, dar bir açıdan, kafalarına bir biçimde yerleşmiş şablonlar, önyargılar, dogmalar, batıl inanışlar vb. üzerinden, büyük resmi göremeden değerlendirmeleri…
Dünyaya muhtaç, hem de pek muhtaç, zavallı bir varlık olarak geliriz. Bir insan yavrusu dünyaya geldiğinde ihtiyaçlarını kendi başına karşılama becerisine sahip değildir. Üstelik bu durum diğer birçok canlıya kıyasla oldukça uzun sürer. Anamız ve babamız, ille de anamız, veya etrafımızda bize yakın olan başka insanlar zaruri ihtiyaçlarımızı karşılamaya görsün… Daha “ana, baba” bile diyemeden bu dünyadan gitmemiz işten bile değildir.
Bir bebeğin yiyecek, su, tehlikelerden korunma, barınma gibi olmazsa olmaz ihtiyaçlarının yanında başka ihtiyaçları da vardır. Bu ihtiyaçlar gerektiği gibi karşılanmadığında belki bebek büyümeye devam eder; ama eksik kalır... Bu tip ihtiyaçlar arasında benim en çok önemsediğim sevgidir. Bir bebek, başta ana babası olmak üzere, yakın çevresinde bulunanlardan yeterince sevgi görmezse kapasiteleri, yetenekleri körelir, öz güven duygusunu geliştiremez. En önemlisi, çok büyük ihtimalle, “iyi bir insan” olamaz…
Bebeklikten çıkıp yetişkinliğe doğru yol alırken yavaş yavaş, başta ailemiz ve yakın çevremiz olmak üzere içine doğduğumuz toplumdan beslenerek bir karakter ve dünya görüşü oluştururuz. Şanslı bazılarımız oluşturdukları karakter ve dünya görüşlerini ömürleri boyunca yozlaştırmadan tutarlı bir şekilde muhafaza ederler. Erdemli bir ana babanın sevgilerini esirgemeden ve olabildiğince özgürce büyüttükleri bir çocuk diğer koşullar da uygunsa muhtemelen erdemli olur. Üstelik dünya görüşünü, sevgi ve özgürlüğün sağladığı güven duygusuyla edindiği için açık fikirli olur. Dolayısıyla böyle ideal sayılabilecek koşullarda yetişmiş bir insanın karakterini ve dünya görüşünü, özünü muhafaza ederek geliştirmesi çok da şaşırtıcı değildir.
Öte yandan nobran bir ana babanın elinde, sevgiye aç yetişen bir çocuğun, ailesinin baskısından kurtulunca, özgürleşince daha iyi bir karaktere evrilmesi ve farklı bir dünya görüşüne yönelmesi pekala olumlu olabilir. Tutarlılık uğruna, berbat bir karakterin ve hastalıklı bir dünya görüşünün ömür boyu muhafaza edilmesini savunur musunuz?...