Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
 
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa,
balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
                                                           Nazım Hikmet
 
Ölüm, hatırlanmak, neden ve nasıl?
Emekli tuğgeneral, emekli milletvekili ve “Bu Vatana Kastedenler” kitabının yazarı Ali Elverdi 17 Nisan 2010 Cumartesi günü nefes borusuna kaçan yemek artığı yüzünden boğularak yaşamını yitirdi. Elverdi 20 Nisan Salı günü Ankara Kocatepe Camii’nde düzenlenen törenin ardından Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Haberi siz de duymuş ve dolayısıyla Ali Elverdi’nin kim olduğunu biliyor olabilirsiniz. Ölüm haberini duyduğunuzda belki üzüldünüz, belki üzülmediniz, belki de hiç umursamadınız. Ben de onun adını geçmişte birçok kereler duymuştum. Ve unutmuştum… Öldüğünü duyunca yeniden hatırladım. Bazı 6 Mayıslarda da bu ismi hatırladığım oldu. Ama ne olduğunu idrak ettiğim yaklaşık otuz yıldır 6 Mayıs’ı unutmadım. Benim gibi başka birçok insan da unutmadı, unutmayacak…
Bu vatana kim kastetti?
Nazım Hikmet yukarıda andığım şiirini 1958’de yazmış. Dolayısıyla her ne kadar denizle ilgili olsa da Deniz için yazılmış bir şiir değil. Ama kanımca Deniz’e yakışır bir şiir…
Ali Elverdi’ye göre Deniz de Nazım da “bu vatana kastedenler” arasındaydı. Ankara 1 No.’lu Sıkıyönetim Mahkemesi başkanı sıfatıyla 9 Ekim 1971’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararını verenlerden biriydi. Bununla kalmadı, 6 Mayıs 1972’de Üç Fidan’a darağacında kıyılmasını bizzat izledi. Mahkeme başkanının idamın infazını yerinde izlemek gibi yasal ya da “vicdani” bir mecburiyeti var mıdır, bilmiyorum…
Törenlerle Cebeci Asri Mezarlığı’na gömülse de muhtemelen yirmi otuz yıl sonra, belki yakın akrabaları, varsa arkadaşları hariç, kimse Ali Elverdi’yi iyilikle anmayacak. Ama Deniz ve arkadaşları, yaptıklarıyla, onlara yapılanlarla ve onlar için yazılmış yazılar, kitaplar, şiirler ve şarkılarla sonsuza dek hatırlanacak.
Bizim Deniz
Can Yücel’in Deniz için yazdığı “Mare Nostrum [Bizim Deniz]” başlıklı şiiri onu nasıl da güzel anlatıyor:
En uzun koşuysa elbet
Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez luverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun…
                                                           Can Yücel
 
Önemli olan paşa, milletvekili, bakan, başbakan ya da cumhurbaşkanı mı olmak? Bunları olan nice insanı bugün kimse anımsamıyor bile…
Deniz’in, idamın infazından saatler önce babasına yazdığı mektupta söyledikleri, onun neden unutulmazlar arasına girdiğini, onun nasıl bir adam olduğunu göstermeye yeter:
“… bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Oğlun bu yola bilerek girdi ve sonun da bu olduğunu biliyordu. …”
Kapalı kapılar ardında, sıkıyönetim mahkemelerinde, mecliste Fidanların idamına onay veren hukukçular, paşalar, milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları da unutulup gidecekler.
 
Onun için olunabiliyorsa “Deniz olunmalı,” Nazım olunmalı, Can olunmalı…