Beyazıt-ı Bestami bir defasında şöyle buyurdu. Dilini Allah-u Teala’nın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka şeyler konuşmaktan koru. Nefsini hesaba çek. İlme yapış ve edebi muhafaza et. Hak ve hukuka riayet et. İbadetten ayrılma. Güzel ahlaklı, merhamet sahibi ve yumuşak ol. Allah-u Tela’yı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma.
Allah’ın evliyasını sev ki, onlarda seni sevsin. Allah-u Teala her gün ve her gece evliyasının kalbine 70 kere nazar eder. Ola ki velisinin kalbinde senin ismine de nazar eder de seni sever ve affeder.
Beyazıt-ı Bestami’ye kişi ne zaman mütevazi olur diye sorulduğunda: “Kötülüğünü ve basitliğini bilerek nefsi için her hangi bir hal ve makam görmediği ve insanlar için de kendisinden daha şerli bir kimse düşünmediği zaman” demiştir. Beyazıt-ı Bestami bir defasında şöyle anlattı: Belhi bir gencin bana üstün geldiği gibi hiç kimse beni mağlup ve mahcup etmemiştir. Bu genç Hac için Mekke’ye gelmişti. Yanımıza uğradı ve bana Ya Beyazıt. Size göre zühd nedir diye sordu. Ben de bulunca yeriz, bulamayınca sabrederiz dedim. O zaman o genç bizim Belhin köpekleri de böyle yaparlar. Bunun ne kıymeti var dedi. Ben de öyleyse size göre zühd nedir diye sorunca, genç; Biz alamayınca şükreder elimize geçince başkalarına veririz dedi.
Beyazıt-ı Bestami bir gün talebeleri ile birlikte gayet dar bir sokaktan geçiyorlardı. Beyazıt-ı Bestami karşıdan bir köpeğin gelmekte olduğunu gördü. Geri çekilip köpeğe yol verdi. Talebelerinden birinin hatırına şöyle geldi: İnsanoğlu hayvanlardan şereflidir. Hem bizim şeyhimiz Ariflerin sultanıdır. Hem de etrafındakiler her biri çok kıymetli sadık talebeleridir. Bütün bunlara rağmen şeyhimizin bu köpeğe yol vermesinin hikmeti acaba nedir? Bunun üzerine Beyazıt-ı Bestami buyurdu ki: Şu köpek hak lisanı ile dedi ki, sana Ariflerin sultanı olmak hilatini ve bana da köpeklik postunu giydirdiler. Bunun tersi de olabilirdi dedi. Bunun üzerine bende ona yol verdim.
Beyazıt-ı Bestami buyurdu ki: Şu on şey beden üzerine farzdır;
1.farzları noksansız yerine getirmek.
2.Haram kılınan şeylerden kaçınmak.
3.Allah için mütevazi olmak.
4.Müslüman kardeşine eziyet etmekten sakınmak.
5.İyi ve kötü herkes için hayır isteyen olmak.
6.Allah-u Teala’nın mağfiretini arzulamak.
7.Her işte Allah-u Teala’nın rızasını gözetmek.
8.Öfkeyi, gururu, zulüm ve haksızlığı üzücü ölçüde mücadeleyi terk etmek.
9.Kendi kendine nasihatçi olmak, nefsi terbiyeye çalışmak.
10.Ölüme bilerek hazırlanmak.
Şu 10 şey insanın maddi ve manevi yapısını tahrip eder;
1.Dinine önem vermeyen kimse ile arkadaşlık etmek.
2.Hayırlı ve yararlı kişilerden ayrılmak, onlarla dostluk kurmamak.
3.Nefsin isteklerine boyun eğip, onun peşine takılmak.
4.İslamiyet’ten uzaklaşmak.
5.Bidad Ehli ile oturup kalkmak.
6.Dünya ve ahret için yararlı olmayan şeylerle uğraşmak ve bu tür şeyleri arzulamak.
7.Halkı kötü zan altında tutmak.
8.Üstünlük taslamak.
9.Dünyalıktan yana üzüntüye kapılmak.
10. Ahreti düşünmemek.
Şu 1o şey de insanın bedenini korur;
1.Gözleri haramdan ve lüzumsuz şeylerden korumak.
2.Dili hayır söylemeye alıştırmak ve bunu itiyat haline getirmek.
3.Nefis muhasebesi yapmak. Günlük hayatı bu ölçü içerisinde sürdürmek.
4.İlim öğrenmek ve öğrenilen ilmi faydalı olacak şekilde kullanmak.
5.Edep ve terbiyeyi her yerde ve herkese karşı muhafaza etmek.
6. Bedeni Dünyanın faydasız işlerinden kurtarıp, Dünya ve ahret için faydalı işlerde kullanmak.
7.Kalbi geliştirmek, düşünceyi berraklaştırmak.
8.Nefis ile kıyasıya mücadele etmek.
9. Çokça ibadet etmek.
10.Hz. Peygamber’in (S.A.V.) sünnetine uymak.
Beyazıt-ı Bestami bir defasında şöyle anlatmıştır. Benim zamanımda binlerce veli vardı. Hepsi de ibadet, riyazet, keşif ve keramet sahibi idiler. Fakat asrın kutupluğu bir demircinin basit ve ümmi bir demircinin üzerindeydi. Ben bu işin sır ve hikmetine karşı hayretler içerisindeydim. Bütün geçimini geceli gündüzlü örs başından ayrılmayan demirciyi göreyim dedim. Bir gün dükkanına gittim. Selam verdim. Beni görünce çocuklar gibi sevindi, ellerime sarıldı, öptü ve benden dua rica etti. Henüz keşif alemine girmemiş olduğu için makamından habersizdi. Benden dua istediğinde ona ben senin ayaklarından öpeyim de sen bana dua et dedim. Benim sana dua etmemle içimdeki dert hafiflemez ki dedi. Ben de derdin ne söyle bir çare arayalım dedim. Tekrar bana acaba kıyamet gününde bunca insanın hali ne olur. Bunu düşünmekten, buna yanmaktan başka derdim yok dedi. Bunu söyledi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Beni de ağlattı. O vakit içimde bunlar nefsim nefsim diyenlerden değildir. Bunlar ümmetim ümmetim diyenlerdendir diye bir nida duydum. Hemen içimdeki hayret silindi. Kutupluk makamını bu demirciye neden verildiğini anladım.
Demirciye insanların azap çekmesinden sanane diye sordum. Bana mı ne? Benim fıtratımın mayası şefkat suyu ile yoğrulmuştur. Cehennem azabının bütün azabını bana yükleseler de onları bağışlasalar ben saadete ererim ve derdimden kurtulurum dedi.
Demircinin dükkanında saatlerce oturdum sohbet ettik. Ben 40 yıldır elde edemediğim manevi derecelere yükseldim. İçim Allah-u Teala’nın feyzi ile doldu. O vakit anladım ki kutupluk sırrı başka bir mana, faziletle ilimle elde edilen iş değil. Sadece Allah vergisi. Saygılarımla.