Allah (ZC) hazretleri yukarıdaki ayeti kerimede, fertleri cemiyetleri ve milletleri, ayakta tutan huzurun sükûnun yalnız ve yalnız yegâne kaynağı adalettir. Derken aynı zaman da adalete ve her hak sahiplerine haklarını vermeye davet ediyor. Ve hem de buna riayet etmenin önemini belirliyor.
Ey iman edenler adaleti titizlikle ayakta tutan hâkimler Allah için şahitler olun. Burada açıkça hâkim olursanız adaletle hükmedin. Şahit olursanız şahadetinizi çok doğru yapın aynı zaman dada Allah’u Teâlâ’nın huzurunda şahitlik yapıyormuşçasına dikkatli yapın. Gerek hâkimler gerekse de şahitler kararlarını şahitliklerini tarafsız bir şekilde ifa etmelidir. Taraflar kim olursa olsun ister zengin isterse fakir isterse yakınlarınız olsun daima adaletten ayrılmayın.
Onun için haktan ayrılıp da nefsinizin arzusuna uymayın. Bu hâkimler, hem de idareciler için en büyük ders ve uyarıcıdır. Şurası bir gerçektir ki adalet tevzinde en zor olan nefsine hâkim olmak her hangi bir sebepten tarafların birine meyletmemektir. Şöyle ki, davacı ile davalının mağdur ile haksızlık yapanın gerek etnik kökeni, inancı ve ya siyasi düşüncesi, toplumsal statüsü, yakınlığı ve ya uzaklığı adaletin gerçekleşmesinde etkin ve belirleyici ölçüler değildir. Çünkü İslam’ın adalet anlayışında haksızlık yapan ve başkalarını mağdur eden, canımızdan da çok sevdiğimiz evladımız anne babamız dâhil olsa imanımızın bir gereği olan adaletin gerçekleşmesine katkı sağlarız. İşte bu katkı yakınlarımızın aleyhine olsa bile adaletin gereğinin yapılması lazımdır.
Çok sevgili peygamberimiz (sav) efendimizde bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır ( verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde adaletli davranan yöneticiler kıyamet gününde Allah’u Teâlâ’nın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar) (Müslüm İmare 18). Buyurarak adil davranmanın Allah katındaki mükâfatını ifade etmiştir. Peygamberimiz (sav) efendimiz sadece sözde değil hem uygulamada da pek çok örnekler sergilemiştir. Mesela bir misal vermek gerekirse bu örneklerden bir tanesi şöyledir. ( Mekke’nin fethi esnasında o zamanın çok soylu kadınlarından bir kadın hırsızlık yapmış olduğundan cezaya mahkûm olmuştur. Bu soylu kadının affedilmesi için yakınları peygamber (sav) efendimizin çok sevdiği bir kişi olan Usame Be Zeyd-i aracı olarak efendimize gönderdiler ki affedilsin diye. Usame gelip peygamberimiz (sav) efendimizle konuştu ve durumu arz etti efendimizden şu şekilde cevap aldı ( Usame, seni Allah’ın koymuş olduğu her hangi bir cezanın uygulanmaması için aracılık yapar görmeyeyim) dedi.
Resulullah (sav) efendimiz topluluğa hitaben şu konuşmayı yaptı. ( şüphesiz sizden önceki milletlerin mahvolmasının başlıca sebeplerinden birisi içlerinde asil (soylu) bir kişi hırsızlık yaptığında onun cezadan affetmeleri, zayıf hakir birisi hırsızlık yaptığında ise ona ceza uygulamalarıdır. Allah’a yemin olsun ki eğer hırsızlık yapan Muhammed’in kızı Fatima dahi olsa onu da cezalandırırım (buhari hudud 11, ebu davud hudut 4) işte hazreti peygamberimiz (sav) efendimizin bu tavrı adaletin teminin de en önemli bir etken olan hukuk, kanun önünde herkesin eşitliği ilkesini göstermesi açısından çok güzel bir örnek arz etmektedir.
Şu da bir gerçektir ki kur anı kerime göre adaletin ölçüsü hakkaniyettir. Bir hak konusunda hüküm verilirken hakkın kendi leyine hükmedilmesine memnun olan fakat aleyhine hükmedilmesi durumun da bu hükmü tanımayan insanlar için ( işte bunlar zalimlerdir)( nur süresi ayet 48-51). De Allah’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır ( aralarında hüküm verilmesi için Allah’a ve resulüne çağrıldıkları zaman bir de bakarsın onlardan bir fırka yüz çevirmişler. Eğer hak kendilerine olursa koşarak peygambere gelirler. Bunların kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa Allah ile peygamberinin kendilerine haksızlık edeceğinden mi kuşkulandılar veya korktular? Hayır, onlar zalimlerin ta kendileridir.) Saygılarımla