Saygıdeğer okurlarım. 24 asır önce yaşamasına rağmen hala ismi dillerde Diyojen dünyada yaşayışı ile bütün insanlığa değer verdiği nesnelerin gerçeğini göstermeye çalışmıştır. Bazı insanların çektikleri meşekatler hep baş olma sevdası ile kendi nefislerinin çok şiddetli arzularının sonucudur. Gaflet ve delalet içinde kıvanır dururlar. İşittiğime göre bir Amerikan mezarlığının girişinde şöyle büyük bir levhada şöyle bir yazı varmış; "Bu mezarlık hayatta iken dünyanın ancak dümende kendileri bulunduğu müddetçe yürüyeceğine inanan insanlarla dolu. Onlar ise bu dünyayı çoktan terk ettiler. Fakat dünya hala yürümektedir ve yürümeye de devam ediyor."
Neyse biz yine Diyojen'e dönelim. Diyojen bir gün elinde fenerini yakmış, gündüz çarşıda dolanırken kendisine gündüz elinde fenerle ne geziyorsun diye soranlara karşı şu veciz ve güzel sözü söyler; "Adam arıyorum." Saygıdeğer okurlarım, çok düşündürücü bir söz değil midir?
Diyojen her zaman su içmek için elinde devamlı olarak topraktan yapılmış bir kap taşırmış. Yine bir gün gezerken bakmış ki bir kız çocuğu pınardan suyu avuçlarını doldurarak içiyor. Bu hali görünce kendi kendine (çok yazık sana diyojen, dünya mallarının en değersizlerinden bile kaçmak isteyen sen şu bir çoban kızı kadar tabii olamamışsın) der ve yanında taşıdığı su kabını uzaklara fırlatır.
Evet filozof Diyojen yine bir gün hikmetli sözleri ile sahip olduğu çok tatlı ve güzel esprileriyle insanları iğnelemeyi hiç de ihmal etmemiştir. Bir gün yıkanmak için o şehrin hamamına gider bakar ki hamam öyle pislikler içerisinde öyle ki her taraf çok kirli pislik içinde. Kendisi yıkanıp hamamdan çıkarken hamamcıya parasını öder ama şu unutulmayan sözü de söyler; "Bilmeyip yanılıp da bu hamama yıkanmaya gelenler, temizlenmek için sonra nereye gider" der.
Evet Diyojen gösterişten, zenginlikten, mal ve servet edinmekten hiç mi hiç hoşlanmaz. Mal mülk edinmeyi hiç sevmediği gibi öyle gereksiz hallerden ve gevezeliği de hiç sevmezmiş.
Yine o devrin büyük filozoflarından Eflatun ise hem çok konuşur hem de saltanatlı hayattan çok zevk alırmış. Diyojen bir gün Eflatun'un bahçesi önünden geçerken, bakmış ki bahçede çok güzel incirler yetişmiş ve bahçe kapısında duran Eflatun'un bahçe bekçisinden bir tek incir istemiş. Köle ise hemen efendisine koşmuş ve filozof Diyojen'in kendisinden bir incir istediğini söylemiş. Eflatun ise hemen büyük bir sepet toplatmış ve Diyojen'e göndermiş. Diyojen bir sepet dolusu incire bakmış ve şu güzel manidar sözü söylemiş; "Dostum sen de tıpkı efendin gibi söz anlamaz bir adamsın. Bir kimse efendine bir kelime sorsa o bir çuval sözle cevap verir. Ben senden tek bir incir istemiştim, sen ise bana bir sepet doldurup getirdin. Ver onun bir tanesini gerisi sende kalsın" der ve sepetten tek bir incir alıp oradan uzaklaşır.
Evet yine bir gün Eflatun'un arkadaşı Antisten ismindeki filozofu o devrin zalim olan hükümdarı sarı göz tiranı hapsetmiş. Bu hali duyan Eflatun, onu o zalimin elinden kurtarmak için gitmiş. O zalim krala yalvarmış, yakarmış sözlerinin tesir etmediğini görünce zalimin ayklarına kapanmış. Nihayet insafa gelen zalim Antisteni hapisten çıkarmış. Bu hali haber alan Diyojen ertesi sabah doğru Eflatun'a giderek; "Büyük filozof olduğunu iddia ediyorsun fakat zalimlerin ayaklarını öpmeyi ne güzel öğrenmişsin" deyince, Eflatun; "Yok yanılıyorsun, ben ona sözümü işittirmek istedim fakat muaffak olamadım. Çünkü zalimin kulakları ayaklarında imiş, oradan hitap ettiğimde işittirmeye muaffak oldum. Bundan dolayı kabahat bende değil, zalimin kulaklarının ayaklarının ucunda teşekkürü etmesindendir" diye cevap verir.
Evet yazıma yine Diyojen'in güzel bir deyimi ile bitireyim; "İnsan başkalarından çok kendi nefsinin esiridir. Hürriyetlerini kendi nefislerinden sökemeyen insanların başkalarına hürriyet davası gütmelerine şaşarım" diyen Diyojen insanın nefsindeki kendini beğenmişliği çok kindar müstebit benliği eritmedikçe insanlık vasfına erişemez. Saygılarımla.